23 Ocak 2012 Pazartesi

50/50

Aslına bakarsanız Josep Gordon-Levitt ismini gördüğüm an beklemeye koyulduğum filmdi. Türü komedi - drama olunca -ki bu sevdiğim tür oluyo- bekleme süreci heyecana ve sabırsızlığa dönüştü. Ülkemizde henüz gösterime girmemişti (sanırım girmeyecek) dolayısıyla malum ortamlara düşmesini bekledim. Şöyle ki; her üç günde bir malum ortamları ziyaret edip durumun ne olduğunu kontrol ettim diyebilirim. Uygun şekilde nihayet 'edindikten' sonra birde altyazı sorunuyla karşı karşıya kaldım. Film öyle ya da böyle izlenecekti. Çoğu kişi gibi Sherlock Holmes'ü beklemeliydim, normal olan buydu aslında.

Bazen hiç izlemediğimiz bi filme de nedensizce önem verebiliyoruz(genius). Bi sebebi yok gibi görünüyordu. Aslında bi sebep aramak bile saçma geliyordu ya.. İnsanın "en iyi filmim" dediği eserler ne top250'nin tepesindeki ne de basının, otoritenin dayattığı, şişirdiğidir.. Hepimizin aşşağı yukarı bi favori yönetmeni, favori oyuncusu, favori türü var, basit. En sevdiğiniz filmin "Babam ve Oğlum", en sevdiğiniz oyuncunun Jackie Chan olduğunu söylemekten utanmayın. Zevk mevzusu bu. Şaka bi yana, tüm imkanlar önüme sunulmuşken filmi izleyememe gibi bi durum oluştu, bi isteksizlikte diyebiliriz.(burada blogger size açılıyor) Konusu muydu acaba rahatsız eden? Kanserden canı yanan bi ailenin ferdi olarak bu kadar hassas bi konunun içine girmek korkuttu belkide, bilemedim ben. Neyse çokta dramatize etmeden devam edelim.(blogger filmin etkisinde) Nihayet açtım izledim;

Evet belki olağanüstü bi yapım değil, oyunculuklar mükemmel de olmayabilir, hikaye aksıyor, ışık kaçıyor, duyguyu tam olarak yansıtamıyor da olabilir. Lâkin kendini o filmin içinde buluyorsan, empati yapabiliyor ve duyguyu hücrelerine kadar hissedebiliyorsan teknik detayın, ıvır zıvırın ne önemi var ki? Evet beklentiler yüksekti ve benim beklentilerimi tamamen karşıladı film. İddiasız, düşük bütçeli, reklamsız, sessiz sedasız bi yapımdı esasen.. Buna rağmen film Utah'dan ödülle döndü, Altın Küre'de aday oldu, Oscar'a da aday olması bekleniyor.


Film bi 5 dakikalık "High and Dry" ile başlıyo ve ilk dakikadan kapılmamak kaçınılmaz hale geliyor. Her şey yolunda gibi görünüyor, baş karakterlerin keyfi yerinde. Verandalı bir ev, güzel ve başarılı sevgili, matrak bir dost, iyi sayılabilecek bir iş.. 27 yaşında bir adam tüm bunların sahibi. Kanser denen illetle tanışana kadar normal giden hayatların birden nasıl karmaşaya dönüşebileceğini izliyoruz bundan sonrasında. Tabiki tüm filmi anlatıp spoiler manyağı yapmayı düşünmüyorum milyonlarımı.

Hikaye "kanser oldu, bakın nasıl hassas konu, duyarlı olmalıyız hımm" değil onu bi kere baştan belirtelim. Grip olduğumuzda dahil üzülen annenizi, parmağınız kesildiğinde dahi endişelenen, panik olan arkadaşınızı görüyorsunuz filmin içinde.

Seth Rogen'ın oyunculuğu müthiş, Levitt bi kaç sahnede döktürüyor, Anna Kendrick inanılmaz şirin. Filmin işleyişi ağır olmasına rağmen kesinlikle sıkmıyor. Soundtrackleri başarılı buldum. Açılış ve kapanış şarkıları Radiohed, Pearl Jam olunca başarılı olmaması söz konusu olamaz tabi. N'apalım o kadar da olsun.

Son olarak;
Bu sadece bir kanser filmi değil, bu aslında çokça da dostluğun filmi. Sosyal mesaj vermeyi düşünmüyorum, sadece filmi izlemenizi öneriyorum. 50/50 bu senenin en sağlam yapımlarından biri ve şahsen son dönemde izlediğim en başarılısı..

                                         Pearl Jam - Yellow Ledbetter



                                                50/50 (2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder