29 Ocak 2012 Pazar

The Verve

1989 kuruluş tarihli, garip bir Wigan'lı britpop grubu onlar. Vokalde Richard Ashcroft, gitarda Nick McCabe, bass Simon Jones, bateride ise Peter Salisbury var. Onlarda tıpkı diğerleri gibi Beatles ve Pink Floyd fanı olarak müziğe giriyor. Nezdimde başarısız sayılabilir bi grup olmasına rağmen Urban Hymns ile hoş anıları da olan insanlar aslında. Tabi bu arkadaşlar tipik 90'lar gruplarından farksızdı. Dağılmalar, birleşmeler cenabetlikler peşi sıra..

Richard Ashcroft gibi İngiltere'nin en yetenikli müzik adamlarından birinin tek başına götürdüğü gruptu vakt-i zamanında. A Storm In Heaven adlı ilk albümleri otoritelerce sevilsede fazla satmadı. Ada'da ki grupların kaderiydi, normal karşılandı tabi. Grup ilk kurulduğu dönem Verve adını almıştı ancak bu isimde birde plak şirketi bulunduğundan mahkemelik oldular ve isim The Verve olarak değiştirildi.

Asıl hayal kırıklığı 1995 çıkışlı A Northern Soul ile yaşandı. Albüm o kadar satmadı ki grup üyelerinde psikolojik sorunlar baş gösterdi. Üyeler arasında kavgalar, tartışmalar yaşanmaya başladı ve Richard gruptan ayrılma kararı aldı. 2 hafta sonra grubu tekrar birleştirmeye çalışsa da McCabe'i ikna edemedi ve onun yerine Simon Tong gruba dahil oldu..

1997'de işler yolunda gitmeye başlamış McCabe gruba dönüş yapmış, Urban Hymns yayınlanmıştı. Albüm kısa sürede İngiltere listelerinde en üst sıralara tırmandı.Müziğiyle farklılık yaratmış, dönemin diğer gruplarından ayrı tutulmuşlardı bile. The Verve artık en iyilerle anılmaya başlanmıştı. Satışlar iyiydi, Lucky Man, Sonnet gibi hit parçalar listeleri rahatsız etmeye devam ediyor (1 numaraya kadar yükseldi), başta NME olmak üzere eleştirmenlerce övgü yağmuruna tutuluyordu. Bittersweet Symphony albümün kuşkusuz en iyi parçasıydı. Rolling Stones'un The Last Time'ından ufak bi bölüm kullanmışlardı ve bu başlarına bi kez daha iş açacaktı. Stones'un plak şirketiyle mahkemelik oldular ve şarkının tüm haklarını yitirdiler..

1998'e gelindiğinde grup üyelerinin sağlık sorunları baş gösterdi ve grup bi süre sonra dağıldığını açıkladı. Bu The Verve'ün 2. kez sahnelerden inmesi demekti.. Hayranları haberi üzüntüyle karşılaşasa da grup üyeleri faaliyetlerini farklı gruplarla sürdürmeye devam etti.. Grup üyeleri 2007'de tekrar birleşeceklerini açıkladı. 2008'in Ağustos'unda Forth albümü ile geri dönüş yaptılar, konserlere bıraktıkları yerden devam ettiler. Albüm özlenen The Verve için güzel bir geri dönüş olmuştu. Lâkin Richard'a rahat battığı için solo projelere girişti ve grup 3. ve son kez dağılmış oldu..

O kadar hırgürden geriye kala kala bi Urban Hymns bir de Bittersweet Symphony'nin efsane klibi kalmıştı. O klişe sözle; "90'lardan bir The Verve geçmişti."

                                     The Verve - The Drugs Don't Work

28 Ocak 2012 Cumartesi

Nereye?

Sorusuna verilebilecek en karizmatık cevap "öndeki aracı takip et" olmalı. Amerikan aksiyon filmlerinden fırlama bu replik son dönemde maalesef o kadar çok kullanıldı ki artık o karizmasından eser kalmadı.. Neyse, karla kışla boğuştuğumuz şu 'hassas' dönemde valiliğin yapmış olduğu "evden çıkmayın" açıklamasını dikkate alarak bi yere kıpırdamadık. Gerçi ben bi ara ekmek, sigara almaya çıktım ama özür dilerim sayın valim. Ev ahalisi bu duruma alışık olmadığı için fikir ayrılığı yaşadığımız her teyzedeki "oğlum beynini yıkamışlar senin" tedirginliği oluştu bizimkilerde. Valilik dedim, kriz aşıldı. Çay koymak için 2. bi komut beklemeyerek anarşist ruhumuzun hala ölmediğini gösterdiğim dakikalara girdiğimde, annem, eltim, kaynatam çoktan masayı hazırlamışlar beni bekliyordu. Kareli terliklerin verdiği özgüvenle salona girdim. Bu arada farkettim ki gün içinde evin hangi kısmına gidersem gideyim kupayı hiç bırakmamışım. Tv'de "we are the champions" çalıyordu. İstifimi bozmadan masaya oturdum. Haber bültenleri başbakan ile başladı, kar felç etti ile devam etti, komik videolarla sonlandı..

Baş ağrım geçmeyeli 3 saatten biraz az olmuştu ki kupayı bıraktım. Sade bir törenle eltimin uzattığı tencereyi mutfağa götürürken raftaki bana yakın kitabın 112. sayfasının 3. cümlesi geldi aklıma. Neden böyle gereksiz bi şey aklıma gelir ki diye düşünürken kapının ziliyle irkildim. Gelen komşumuz Ebabil teyzeydi. Tüm ihtişamıyla kaşlarını çatmış evde tuz kalmadığını söylüyor, ergen oğlanın vurdumduymazlığından yakınıyordu. Sözünü balla keserek limonu uzattım. Periyodik olarak bilgisayara bakıp evin içindeki macerama devam ediyordum..

                                    The Radio Dept. - Heaven's On Fire



                                                Submarine (2010)

27 Ocak 2012 Cuma

Masterplan

1998 yılında yayınlanan Oasis'in başarılı albümlerinden biri. Noel Gallagher'ın üstün başarısı, müzikal dehasını gördüğümüz albümün kendi adını taşıyan parçasının video klibi 10 yıl sonra gelmişti. Geldiğinden beri de en iyilerim arasına girmişti. Tek sebebi ise Liam ve yürüyüşü.. İzliyoruz.

                                           Oasis - The Masterplan

25 Ocak 2012 Çarşamba

Jalopy (2004-2011)

Jalopy 7 yıldır Avcılar'da hizmet veren küçük, sevimli, rock konseptli bi cafe. Güzel semtlerin olmazsa olmazı, sessiz köşesinde, sakince hizmet veren bi mekan. Nadir gidilen, diğer benzerlerine göre gürültüsüz, kafa dinlemelik, sesini gayet net duyabileceğin ölçüde muhabbet etmelik, güler yüzlü çalışanları, samimi ortamı olan ve sürekli müşterisiz de olsa "orada" durması bile güven veren bi yer. Ergenden ırak, özellikle şahsımın jenerasyonunun sık sık takıldığı ilçenin kendi konsepti dahilindeki en iyi mekanı. (kaldı ki 2-3 yer var bu şekilde)

Geçtiğimiz gün yanından geçerken kapalı olduğunu farketmemle ağzımdan malum küfürün fırlaması bir oldu. Asla kapanmaz dediğimiz mekanlardan biriydi ve bi süre durumu kabullenemeyişimiz, duygusal çöküntü içine girişimiz kadar sert ve hızlı oldu.. Ne anılar, hatıralar, kahkahalar, stüdyosundaki berbat deneyimler, meşhur makarnası, paspal hali, kasvetli ama şirin ortamı.. Tarihin tozlu yapraklarına yolladık ne var ne yok. Veda etmek isterdik kendisine, bi gece tertiplemişler ancak vakıf olamadık maalesef. Son kalelerden birini daha kaybettik.

Teşekkürler, her şey için.

                                          The Who - My Generation
               

Efsaneler Kuşağı

70'li yıllar.. İngiltere'de berberlerin iflasa sürüklendiği, 3 karış saçı olmayanların doğrudan orduya alındığı dönemler.. Alman milli takımı veteranlar karması gibi olan bir grup, adı The Kinks. Beatles, Stones gibi ilahlar varken biraz sönükler ama karizmaları o biçim.

                                                The Kinks - Lola

84. Akademi Ödülleri

Hollywood'un kendi kendini ödüllendirme, onurlandırma hedesi Oscar'ların adayları açıklandı. The Artist ve Hugo tahmin edildiği üzere en çok adaylık alan filmler. The Artist en iyi film dahil olmak üzere aday olduğu 10 kategoriden en az 6'sını alır diye tahmin ediyorum. Gayet sıkı filmler var bu sene. 50/50'nin adaylık alamaması şaşırttı beni. Özgün senaryo veya yardımcı erkek oyuncu olarak bi adaylık verilebilirdi. Moneyball ile Brad Pitt en iyi erkek oyuncu ödülünü alsın isterim, artık. Meryl Streep başlı başına bi oscar tarihçesi. Ödüllerle neredeyse aynı yaşta. Kendi adaylık rekorunu da kırdı zaten.. En iyi kadın oyuncu ödülünü alacağını düşünüyorum. Gizemli adam Terrence Malick'de ödül almasını dilediğim bi başka aday. Bayanlarda bu seneki gözağrım Melissa McCarthy. Bridesmaids'de inanılmaz bi oyunculuk sergiledi. Muhtemelen karambole gidecek tabi.. Özgün senaryo Woody Allen'a, uyarlama ise Hugo ile John Logan'a verilir. Kurgu'da ise bana göre işler karışık, kime giderse diğerine yazık olacak.

Evet, her fırsatta umursamadığımızı söylediğimiz, "Hitchcock'a n'aptılar ya? Kubrick'e ödül vermeyen Akademi, Godard'a haksızlık ettiler..", şeklinde sözlerle sürekli çemkirdiğimiz Akademi Ödülleri hakkındaki bi yazımızın daha içine sıçayım. Kafanıza Woody Allen düşsün işalla.

En İyi Film
War Horse
The Artist
Moneyball
The Tree of Life
Midnight in Paris
The Help
Hugo
The Descendants
Extremely Loud and Incredibly Close

En İyi Erkek Oyuncu
Demian Bichir "A Better Life"
George Clooney "The Descendants"
Jean Dujardin "The Artist"
Gary Oldman "Tinker Tailor Soldier Spy"
Brad Pitt "Moneyball"

En İyi Kadın Oyuncu
Glenn Close "Albert Nobbs"
Viola Davis "The Help"
Rooney Mara "The Girl with the Dragon Tattoo"
Meryl Streep "The Iron Lady"
Michelle Williams "My Week with Marilyn

En İyi Yönetmen
Martin Scorsese - ''Hugo''
Wood Allen - ''Midnight in Paris''
Michel Hazanavicius – ''The Artist''
Terrence Malick - ''The Tree of Life''
Alexander Payne  ''The Descendants''

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Kenneth Branagh ''My Week With Marilyn''
Jonah Hill ''Moneyball'
Nick Nolte ''Warrior''
Christopher Plummer ''Beginners''
Max von Sydow ''Extremely Loud and Incredibly Close''

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Berenice Bejo ''The Artist'
Jessica Chastain ''The Help''
Melissa McCarthy ''Bridesmaids''
Janet McTeer ''Albert Nobbs''
Octavia Spencer ''The Help''

En İyi Orijinal Senaryo
Michel Hazanavicius – ''The Artist''
Annie Mumolo & Kristen Wiig ''Bridesmaids''
J.C. Chandor ''Margin Call''
Woody Allen ''Midnight in Paris''
Asgar Farhadi ''A Seperation''

En İyi Uyarlama Senaryo
Alexander Payne ve Nat Faxon & Jim Rash "The Descendants"
John Logan ''Hugo''
George Clooney & Grant Heslov ve Beau Willimon ''The Ides of March''
Steven Zaillian ve Aaron Sorkin ''Moneyball
Bridget O'Connor & Peter Straughan ''Tinker Tailor Soldier Spy''

En İyi Yabancı Film
A Separation (Iran)
In Darkness (Poland)
Monsieur Lazhar (Canada)
Footnote (Israel)
Pina (Germany)

23 Ocak 2012 Pazartesi

Black Hawk Down

Pearl Jam deyince aklıma geldi. Eddie'nin İtalya turnesinde sahnede Alive'ı söylerken "hobareey bakın nasıl enerjiğim" tavırları ve akabinde fakir sümüğü gibi yere yapışması.. Ne sen eski Eddie ne de o sahneler eski sahne.

50/50

Aslına bakarsanız Josep Gordon-Levitt ismini gördüğüm an beklemeye koyulduğum filmdi. Türü komedi - drama olunca -ki bu sevdiğim tür oluyo- bekleme süreci heyecana ve sabırsızlığa dönüştü. Ülkemizde henüz gösterime girmemişti (sanırım girmeyecek) dolayısıyla malum ortamlara düşmesini bekledim. Şöyle ki; her üç günde bir malum ortamları ziyaret edip durumun ne olduğunu kontrol ettim diyebilirim. Uygun şekilde nihayet 'edindikten' sonra birde altyazı sorunuyla karşı karşıya kaldım. Film öyle ya da böyle izlenecekti. Çoğu kişi gibi Sherlock Holmes'ü beklemeliydim, normal olan buydu aslında.

Bazen hiç izlemediğimiz bi filme de nedensizce önem verebiliyoruz(genius). Bi sebebi yok gibi görünüyordu. Aslında bi sebep aramak bile saçma geliyordu ya.. İnsanın "en iyi filmim" dediği eserler ne top250'nin tepesindeki ne de basının, otoritenin dayattığı, şişirdiğidir.. Hepimizin aşşağı yukarı bi favori yönetmeni, favori oyuncusu, favori türü var, basit. En sevdiğiniz filmin "Babam ve Oğlum", en sevdiğiniz oyuncunun Jackie Chan olduğunu söylemekten utanmayın. Zevk mevzusu bu. Şaka bi yana, tüm imkanlar önüme sunulmuşken filmi izleyememe gibi bi durum oluştu, bi isteksizlikte diyebiliriz.(burada blogger size açılıyor) Konusu muydu acaba rahatsız eden? Kanserden canı yanan bi ailenin ferdi olarak bu kadar hassas bi konunun içine girmek korkuttu belkide, bilemedim ben. Neyse çokta dramatize etmeden devam edelim.(blogger filmin etkisinde) Nihayet açtım izledim;

Evet belki olağanüstü bi yapım değil, oyunculuklar mükemmel de olmayabilir, hikaye aksıyor, ışık kaçıyor, duyguyu tam olarak yansıtamıyor da olabilir. Lâkin kendini o filmin içinde buluyorsan, empati yapabiliyor ve duyguyu hücrelerine kadar hissedebiliyorsan teknik detayın, ıvır zıvırın ne önemi var ki? Evet beklentiler yüksekti ve benim beklentilerimi tamamen karşıladı film. İddiasız, düşük bütçeli, reklamsız, sessiz sedasız bi yapımdı esasen.. Buna rağmen film Utah'dan ödülle döndü, Altın Küre'de aday oldu, Oscar'a da aday olması bekleniyor.


Film bi 5 dakikalık "High and Dry" ile başlıyo ve ilk dakikadan kapılmamak kaçınılmaz hale geliyor. Her şey yolunda gibi görünüyor, baş karakterlerin keyfi yerinde. Verandalı bir ev, güzel ve başarılı sevgili, matrak bir dost, iyi sayılabilecek bir iş.. 27 yaşında bir adam tüm bunların sahibi. Kanser denen illetle tanışana kadar normal giden hayatların birden nasıl karmaşaya dönüşebileceğini izliyoruz bundan sonrasında. Tabiki tüm filmi anlatıp spoiler manyağı yapmayı düşünmüyorum milyonlarımı.

Hikaye "kanser oldu, bakın nasıl hassas konu, duyarlı olmalıyız hımm" değil onu bi kere baştan belirtelim. Grip olduğumuzda dahil üzülen annenizi, parmağınız kesildiğinde dahi endişelenen, panik olan arkadaşınızı görüyorsunuz filmin içinde.

Seth Rogen'ın oyunculuğu müthiş, Levitt bi kaç sahnede döktürüyor, Anna Kendrick inanılmaz şirin. Filmin işleyişi ağır olmasına rağmen kesinlikle sıkmıyor. Soundtrackleri başarılı buldum. Açılış ve kapanış şarkıları Radiohed, Pearl Jam olunca başarılı olmaması söz konusu olamaz tabi. N'apalım o kadar da olsun.

Son olarak;
Bu sadece bir kanser filmi değil, bu aslında çokça da dostluğun filmi. Sosyal mesaj vermeyi düşünmüyorum, sadece filmi izlemenizi öneriyorum. 50/50 bu senenin en sağlam yapımlarından biri ve şahsen son dönemde izlediğim en başarılısı..

                                         Pearl Jam - Yellow Ledbetter



                                                50/50 (2011)

22 Ocak 2012 Pazar

90'lar

Malumunuz bu geceyi 90'lar gecesi ilan ettik. Kim etti niye etti bi bilgimiz yok. Kıllanmıyor da değiliz. Hafızamız ve bilgimiz yettiğince 90'lara değinicez umarım.

90'lar deyince benim aklıma o enterasan giyim tarzı geliyo öncelikle. Göğüs hizasındaki dar paçalı, şekilsiz ve genellikle açık renk kot pantolonlar, salaş ve garip desenli kazaklar, doğada bulunmayan renklerin olması şart koşulmuş, yine bol kesim gömlekler.. Moda o şekildeydi n'apalım bi bahane değildir. 90'ların iğrenç giyim zevkini bu şekilde ört bas edemezsiniz.

Misafirlik ilişkileri diye bi şey vardı bi kere. "Annemler size misafirliğe gelecek.." cümlesinin çıkış dönemleri.. Koşullanmış gibi her akşam birileri ötekinin evinde olur çaylar demlenir televizyon izlenir, başta diziler olmak üzere, spor ve siyaset üzerine hararetli konuşmalar yapılırdı. Pazar günleri anlamını yitirmemişti. En az 3 aile pinkiğe gidecek kuralı 70'lerden yadigardı. Cümbür cemaat toplanılır, top, hamak, karpuz, rakı, mangal kapılıp yola çıkılırdı.

Barbie bebeklerin, Spice Girls'ün, Çılgın Bediş'in, Bizimkiler'in, futbolcu kartlarının, yakartopun, ip atlamanın, tuzlu çekirdeğin, kontra bisikletin, parlament gece sinemasının, çarkıfelek'in hayatımızda kocaman yere sahip olduğu dönemlerdi 90'lar.

Reha Muhtar'ın henüz fularının olmadığı ve otorite sayılmadığı, İsmail YK'nın Yurtseven Kardeşlerden ayrılmadığı, Rıdvan Dilmen'in gol olur demediği bizzat golü attığı dönemlerden bahsediyoruz. Grup Vitamin ve İzel-Çelik-Ercan travmasının, Amerikan özentiliğinin tavan yaptığı dönemlerdi 90'lar. Hele bir Süheyl-Behzat kardeşler vardı ki yazmaya korkuyorum onları..

Sinema'nın en iyi örneklerinin sunulduğu yıllardı. Özellikle 1994.. Neler çıkmadı ki? The Shawshank Redemption, Pulp Fiction, Forrest Gump, Leon, The Lion King, Ed Wood.. Sayısız başarılar elde eden yapımlardı.. Sadece filmler değil dizilere baktığımız zaman yine 94 yapımı Friends var ki sanırım yeterlidir. Türk tvlerinde ise hatırladığım kadarıyla Full House, The Sopranos gibi gayet iddialı yapımlar vardı. Tabi iddiasız Alf'i de unutmamak gerekir. Kaşları arasında bi koloni yaşardı Alf'in. Öyle yaratıktı.

Gelelim müziğe, şahsi görüşüm 90'ların grunge etkisi altında geçtiğidir. Nirvana doğrudan 90'ları esir aldığı için değil. Aynı zamanda Pearl Jam, Soundgarden, Alice In Chains gibi yetenekli gruplar çıkardığı için de.. Nevermind albümü ve onun efsane kapağı, Ten albümü ve Jeremy'nin haylazlığı günümüzde hâlâ ayıla bayıla dinlenmekte. Genç kızların %70'inin odasını süsleyen Kurt Cobain posterleri ve yine yüzdenin geri kalanının Spice Girls, Ricky Martin'den oluşması pop ve grunge'ın dönemde etkili olduğunun en büyük kanıtlarıydı.

Macaroni dansıyla kaç erkek doğum günlerinde heba edilmedi ki? Dansa davet oynarken kaç hemcinsim küçük düşürülmedi ki? Hak ettik mi? Evet. Çünkü Doğan SLX ile Mustafa Sandal, Müslüm Gürses dinleyen gençler sokaklarda dehşet saçıyordu ve cinsimizin cezalandırılması gerekliydi. Tüm bunların yanı sıra güzel işler de yapabiliyoduk nadiren de olsa. Cemali ve Duymak İstiyorum, Fatih Erdemci ve Ben Ölmeden Önce gibi, Ünlü gibi, Yavuz Çetin gibi sağlam efsanelerimiz de mevcuttu.

Kaçırdığımız, atladığımız, unuttuğumuz bi şey varsa affola.. 90'ları özlüyor, 20 yıl sonra bugünleri tartışmak, konuşmak üzere sağlıcakla kalmanızı temenni ediyoruz..

Tansu Çiller.


                                      Nirvana - Smells Like Teen Spirit


                                              Pulp Fiction (1994)

21 Ocak 2012 Cumartesi

Sit Down

1990 yılına götürüyoruz sizi. Yer Manchester GMEX. Stone Roses'ın, Happy Mondays'in çılgın attığı dönemler.. James 3. albümü Gold Mother'ı yayınlamış Come Home, Lose Control, Sit Down gibi hit parçalar çıkarmış Manchester sounduna iyiden iyiye damgasını vurmuştu.

Sit Down kısa zamanda gece kulüplerinin vazgeçilmezi olmuş, daha öncede belirttiğimiz gibi Manchester milli marşı haline gelmişti. 90 baharında 17.000 bilet satılmış, malum akımın öncülerinden Tim Booth ve arkadaşları inanılmaz bi konser vermişti. Konserin kapanış parçası, line-up'ların vazgeçilmez son'u Sit Down'u sizlerle paylaşmak istedik.

Manchester'lı grupları ve Manchester seyircisini seviyor, kendilerini saygıyla selamlıyoruz.

                                               James - Sit Down

Bodoslama - Fleet Foxes again.

Merhabalar.

4 gün olmuş yazmayalı. Borcundan dolayı interneti kapanan bi bloggerım. Bunu göz önünde bulundurursanız sevinirim.

Şimdi bodoslama girip çıkıcam, daha sağlıklı ve insancıl saatlerde devam ederim heralde.

Meltem Cumbul Golden Globe'da sahneye çıktığından beri kendimde değilim. Faturalarımı yatıramıyorum, gülemiyorum, ellerimle ne yapacağımı bile unuttum. Nuri Bilge Ceylan'a verilen en büyük ödül sahneye çıkamayacak olan bi Meltem Cumbul olduğu için şu sıralar elendiğine seviniyordur diye düşünüyorum.
*
Tamam, Cumbul mangası tarafından lanetlenmeden bodosluyoruz; bildiğiniz gibi Fleet Foxes'ı çok yazdık, çok tavsiye ettik ve gazabımızdan kaçamadılar !!! Evet biz yaptık ! Grubu dağılma eşiğine getirdik. Senenin en iyi albümünü yaptılar, yazdık çizdik, eşe dosta tavsiye ettik ve 2 eleman gruptan ayrıldığını açıkladı. Klasik solo kariyer merakı yine hevesimizi kursağımızda bıraktı. Dağılma durumu söz konusu değil, en azından şimdilik.

Annem "nazardır" diyerek kendi yorumunu getirdi. İnşallah diye cevap verdim.

"Herkese iyi geceler."
Peace.


                                       Fleet Foxes - Montezuma

17 Ocak 2012 Salı

BRIT Awards 2012

Adaylar belli oldu. Tören 21 Şubat'ta ve bizim ülkeden yayın yok. Uzun uzun yazmak yerine sene içinde dinlediklerim, duyduklarımdan kendi tahminlerimi yanına yıldız (*) koyarak belirtmek istiyorum. Malum severiz böyle tahmin, bahis, loto gibi olayları.

En iyi İngiliz Erkek Sanatçı
Ed Sheeran
James Blake *
James Morrison
Noel Gallagher’s High Flying Birds
Professor Green

En iyi İngiliz Kadın Sanatçı
Adele *
Florence & the Machine
Jessie J
Kate Bush
Laura Marling

Senenin En İyi İngiliz Albümü
Adele – 21 *
Coldplay – Mylo Xyloto
Ed Sheeran – +
Florence & The Machine – Ceremonials
PJ Harvey – Let England Shake

Çıkış Yapan En İyi İngiliz Sanatçı
Anna Calvi
Ed Sheeran
Emeli Sandé
Jessie J
The Vaccines *

En İyi İngiliz Grup
Arctic Monkeys
Chase & Status
Coldplay *
Elbow
Kasabian

En İyi İngilizce Şarkı
Adele – Someone Like You *
Ed Sheeran – The A Team
Example – Changed The Way You Kissed Me
Jessie J ft Bob – Price Tag
JLS ft. Dev – She Makes Me Wanna
Military Wives/Gareth Malone – Wherever You Are
Olly Murs ft Rizzle Kicks – Heart Skips A Beat
One Direction – What Makes You Beautiful
Pixie Lott – All About Tonight
The Wanted – Glad You Came

En İyi Uluslararası Erkek Sanatçı
Aloe Blacc
Bon Iver *
Bruno Mars
David Guetta
Ryan Adams

En İyi Uluslararası Kadın Sanatçı
Beyoncé
Bjork
Feist
Lady Gaga *
Rihanna

En İyi Uluslararası Grup
Fleet Foxes *
Foo Fighters
Jay Z/ Kanye West
Lady Antebellum
Maroon 5

En İyi Uluslararası Çıkış Yapan Grup
Aloe Blacc
Bon Iver
Foster The People *
Lana Del Rey
Nicki Minaj

(Müziğe Yaptığı Katkılarından dolayı Blur ödül alacak)

Eleştirmenlerin Seçimi
1. – Emeli Sandé
2. – Maverick Sabre
3. – Michael Kiwanuk

Joy Division

1976.. Yer Manchester. Bir Sex Pistols konseri. Buzzcocks'da orada. Punk rock akımı almış başını gidiyor Manchester sound'u iyiden iyiye oturuyordu. Bu konser bi çok grubun ve başta Joy Division'ın geleceğini belirleyecekti. Grup elemanları oradaydı. Bi çoğu henüz enstrümanlardan bile bihaberdi. Bernard, Peter ve Terry üçlüsünün aradığı vokal Ian Curtis'di..

1977 yılında grup bir David Bowie şarkısı olan Warsaw adını alarak kayıtlara başladı. Bu dönemde Martin Hannent ile tanışmaları onlar için büyük fırsattı. İlk performansını Electric Sircus'da Buzzcocks ile birlikte sergileyen Warsaw izleyenleri etkilemeyi başarmış, bi kaç yerel dergide de yer almıştı. Bu dönemde bateride sıkıntı yaşanıyor ve sürekli eleman değiştiriliyordu. Stephen Morris'in bir ilan sonucu gruba katılmasıyla bu sorun aşılmış oldu.

At a Later Date ile ilk kez bir albümde yer almışlardı. Bu grubun ilk başarısı sayılabilirdi.. 1978 yılının başında Warsaw ismi yerini "Joy Division"a bıraktı. Sonradan bu isim gelmiş geçmiş en iyi grup isimlerinden biri sayılacaktı.. Nazi kamplarında fahişelerin kaldığı bölüme verilen isimdi Joy Division ve grubun başını özellikle "nazi sempatizanlığı" ile çokça ağrıtacaktı.

Ian ve arkadaşları için mihenk taşı sayılabilecek olaylardan en önemlisi Tony Wilson ile tanışmaları oldu. Tony Wilson bir televizyon kanalında sunucuydu ve programında Joy Division'da sahne alacaktı.. Sırası geldiğinde sahneye çıkan grup üyeleri Tony Wilson ve Rob Gretton'ı nirvanaya ulaştırmıştı. Bu olaydan kısa süre sonra Rob grubun yeni menajeri oldu.

Tony Wilson cuma geceleri konserler organize ediyor her seferinde ilgi büyük oluyordu. Wilson ve arkadaşlarının organizasyonuyla "The Factory"de denilen mekanda 1978'in 9 Haziran'ında ilk konserini verdi Joy Division.. Wilson bu dönemde Alan Erasmus ile birlikte Factory Records'u kurmaya karar verdiğinde Manchester'ı güzel günler bekliyordu. Şehir fokurdamaya başlamıştı bile.. Tabiki Joy Division başvurulan ilk gruplardan biri oldu ve şirketteki yerini aldı.

Londra'da ki ilk konser grrup için hiçte iyi geçmemişti. Yalnızca 30 kişi onları dinlemeye gelmiş, dönüş yolunda Ian epilepsi nöbeti geçirmişti.. Bu durum grup için bir diğer mihenk taşı niteliğindeydi ve kötü günlerin habecisiydi. Ian'ın düzenli ilaç alması ve parlak ışıklardan uzak durması gerekiyordu. Lâkin sahne ışıkları, Ian'ın alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi sorunlar epilepsiyi tetikliyordu.

Ian'ın sahnede ki dansı, figürleri ilgi çekiciydi. Kısmen epilepsi nöbetini andırdığı için adı "epilepsi dansı" olarak kaldı. Sara krizleri bitmek bilmiyor, Ian ilaçları kullanmamakta ısrar ediyordu. She's Lost Control şarkısını yazmasında en büyük etken yine bu krizlerdi.

Joy Division tüm olumsuzluklara rağmen yükselişini sürdürüyordu. The Cure ile bir konser verdiler, akabinde Unknown Pleasures albümünün kaydı için stüdyoya girdiler. Albüm 1979'da piyasaya çıktığında medya tarafından başarılı bulundu ve satışları da bunu doğrular nitelikteydi. Kayıtlar birer birer geliyor (Transmissions, Atmosphere..) Joy Division artık herkes tarafından tanınıyordu. 31 Ağustos Londra konserinde 1200 kişiyle en yüksek rakama ulaştılar.

Buzzcocks ile uzun ve geniş kapsamlı bi turneye çıkan Joy Division alt grup olmasına rağmen çok daha büyük bi ilgi gördü. Bunda ulusal kanalda sergiledikleri performansın payı da büyüktü. Turneler sırasında Annik Honore grup üyeleriyle bağlantıya geçti. Belçikalı kızın asıl ilgisi Ian'a karşıydı ve aralarında bir ilişki başlamıştı.. Bu sıralarda İngiltere'de dilden dile dolaşan bir Joy Division şarkısı kaydedildi; Love Will Tear Us Apart. Bu şarkı ada da kaydı bulunmayan en ünlü şarkı konumuna geldi.. Uzun ve yorucu turneler, Ian'ın karmaşık olan özel hayatını iyice stresli bi hale getirmiş bu durum bahsi geçen şarkının sözlerine de yansımıştı.

İşler kötüye gidiyordu.. Bir Londra konseri sırasında Ian sahnede sara krizi geçirmişti. Bunalımları ve stresi en derinden yaşayan Ian aşırı doz ilaç alarak her şeyin düzeleceğini sanıyordu. Hastalığı karşısında, ilişkisinde ki sorunlar Ian'ın gardını düşürmüştü. Konserlere ara verilmiş, Ian'ın sağlığına kavuşması bekleniyordu..

Closer'ın kaydı yapılmış, Love Will Tear Us Apart için klip çekilmişti. Manchester'ın ağır çocukları son konserini Birmingham'da vermiş Amerika turnesini beklemeye koyulmuştu.. 18 Mayıs 1980 günü Ian gece yarısı evine döndü. Werner Herzog'un Stroszek adlı filmini izledi, alkollüydü. Bir sara krizi daha geçirdi. Kendine geldiğinde bir iple kendini evinin mutfağına asarak intihar etti.. Pikapta Iggy Pop çalıyordu. Ian'ın kahramanlarındandı ve son duyduğu müzikte bu oldu.

Joy Division efsanesi Ian'sız son konserle son buldu. Unknown Pleasures 100.000'in üzerinde sattı. Closer piyasaya çıktı ve 250.000'lik bir satış rakamına ulaştı.. Ancak grup üyeleri hiç bi zaman varlıklı olamamış, bi birikim dahi elde edememişti. Joy Division müzikte post punk akımının en önemli temsilcilerinden biri olmuş, depresif, karamsar ve içine çeken müziğiyle İngiltere'de ve dünyada bi çok gruba ilham olmuş, çok sayıda fanlar edinmişti.

1988 yılında Factory Records "Substance"ı yayınladı ancak bu şirketin 1992'de ki iflasına engel olamadı. Grup üyeleri New Order'ı kurmuş, müzik tarzını hafifleterek Ian'sız yola devam etmişti..

Günümüzde; Radiohead'in kuruluşunda Joy Division'ın büyük etkisi olduğu bilinir. Ian'ın eşi Deborah Curtis'in yazdığı biyografiden yola çıkılarak "Control" filmi çekilmiş ve otorilerce başarılı bulunmuştu. Aynı zamanda grup 24 Hour Party People'da da yer almıştır.



Ian'ın anısına...



                                   Joy Division - Love Will Tear Us Apart



                                                    Control (2007)

16 Ocak 2012 Pazartesi

Kış Kaygısı

Bütün kar-kış klişelerini yerine getirdi bugün İstanbul. Belki haberiniz yoktur; buralara kış günü kar yağdıda.. Ne kadar ilginç değil mi?

Gelmiş geçmiş en iyi kış klibini yayınlıyoruz. Defalarca dinlenesi bi şarkı ve duygusal karmaşaya sevk edici o muazzam klip;

                                   Fleet Foxes - White Winter Hymnal

15 Ocak 2012 Pazar

The Vaccines - What Did You Expect From the Vaccines

The Vaccines 2010'da Londra'da sessiz sedasız sahnelere adım attı. Müzik tarzı Indie rock/Post punk diyebiliriz. Grup 4 kişiden oluşuyor; Justin Young, Arni Hjörvar, Freddie Cowan, Pete Robertson.

Kendilerini tanımamla müptelası olmam bir oldu. 2011 çıkışlı What Did You Expect From the Vaccines albümü inanılmaz. Aynı zamanda geçtiğimiz yılın en çok dinlenen albümlerinden biri..

"Ra ra ra" adında kısacık, sevimli bi parçayla başlıyo albüm. Kır şarkısına benzetiyoruz. Nedir bu kır şarkısı? Kırlarda koşuştuğun, sevdicekle aşk yaptığın anlarda arka fona daima yerleştirdiğin şarkıdır. Parça hiç bitmesin istiyoruz. Neyse ki akabinde gelen If You Wanna bu boşluğu dolduruyo ve neşemize neşe katmaya, bizleri birer al yanak Heidi yapmaya yetiyo.

Albümün hiti If You Wanna ile birlikte Post Break Up Sex. Her ikisinin de klibi yayınlandı ve büyük ilgi gördü. Şimdiden İngiliz efsane müzik gruplarına benzetilmeler, şımartılmalar başladı. Biz biraz daha temkinli yaklaşıyor canlı performansı ve sıradaki albümü görelim diyoruz tabi. Rolling Stone editörüyüz ya anasını satayım.. Neyse.

Sevgi pıtırcığına dönüşeyim, serotonin manyağı olayım diyosanız önereceğimiz grup ve albüm budur..


                                    The Vaccines - Post Break Up Sex

The Girl With The Dragon Tattoo

Romanını okumadım. Okusaydım isimler, mekanlar bu kadar iç içe geçmezdi muhtemelen. Fincher işi olduğu için yadırgayacak değiliz tabii. Çok iyi bi hikaye, kurgu da muazzam olunca Fincher'ın mutfağından yine leziz bi eser çıkmış. Girişte öyle bi intro var ki tam dumurluk. Nasıl bi hayalgücünün eseriyse artık beni koltuğa yapıştırdı daha ilk saniyede. 3 saatlik bi hafif gerilim sizi bekliyo ama sıkılmayacağınızın garantisini verebilirim. Seven tadı aldık mı? Hayır pek değil. Akademiden ödül alır mı? Kesinlikle evet. Tabi Fincher antipatisi ne durumda şuan Hollywood'da, onu bilemiyoruz.. 2011 yapımı film aynı zamanda üçlemenin ilk halkasını oluşturuyor.

Rooney Mara diye bi oyuncu armağan ediyo bu film başta. Hatunun her hareketi olay. Doğrudan bi hayranlık besleme durumu söz konusu olabiliyo. Genç bi oyuncu, artık önü açık. Doğru yapımları seçerse 2. Marla Singer'ı bulduk demektir beyler. Daniel Craig ise bildiğiniz gibi. 'Bond' bu sektörün en iyilerinden. Yaşına rağmen fiziği de oyunculuğu gibi "maşallah"ı hak ediyo.

Filmde bi kaç rahatsız edici sahne mevcut. Fazlasıyla rahatsız edici hatta. Neyseki çok fazla göze battığı söylenemez. Sevgili yönetmenimiz 10 dakika geçmeden hafızamızdan siliyor o sahneleri.. Sağolsun, canım ya.

Sonuç olarak; Fincher dehası yine yaptı yapacağını diyor, müthiş intro ile sizleri başbaşa bırakıyoruz.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Blogger'ın Galaksi Rehberi

Yazma isteği sabahın ilk saatlerinde uğradığı için saçma sapan bi takım hareketlerde bulunmaya teşebbüsleniyoruz. Blogu açıp açıp kapatıyoruz, sigara yakıyoruz, yatakta dönüp duruyor, yarınki planları kontrol ediyoruz, göreceğimiz rüyayı seçip ok tuşuna basıp içerliyoruz, çok fazla içerliyoruz.

Karadelikleri merak ediyoruz en çok. Paralel evren varsa içine dalabilecek durumdayız. 2020'yi merak etmiyo değiliz. Sanal alem insanları esir aldı, farkında olmaksızın zihinlerimiz yönetiliyor, liselinin "şeriat korkusu" tavan yapmış durumda. Bi kısım hala ulu önderini arıyo, benzine yine zam, rezervler tükeniyo, eyvah. Ölücez boşuna yaşıyoruz mangası bıkmadı. Hala yaşıyolar hem de utanmadan gülüp eğleniyolar. Bi bloga yazacak o kadar çok şey var ki yazacak bişey bulunamıyo. Büyük bunalımı bloggerın bu işte.

Güzel şeyler olmuyo değil. Merly Streep yaşıyor, savaşıyor. Tarantino film yapma aralığını 5'ten 4 yıla indirdi. Toronto Gazeteciler Derneği'nden Stanley Kubric özel ödülü Sinan Çetin'e. Kirli sakal türk sinemasında hala revaçta, töre ve darbe dönemi de tutulanlar arasında. Reha Muhtar fularını çıkardı, Hıncal'ın cenazesi vasıtasıyla. Habercilik çağ atladı. Artık haber bültenlerinde zam şampiyonu sebzeler ve güvenlik kamerası görüntüleri kullanılmıyor. Milliyet web Pirelli takvimiyle anlaşmalı çalışıyor. Bülent Arınç ilk kahkahasını attı. Putin Rusya'nın yakasından düşmüyor.. Dünya ve Türkiye gündemini takip ettiniz.

İyi geceler.


Görüldüğü üzere imkanlar dahilinde gayet net saçmalayabiliriz. Çok tehlikeliyiz bazen.

                                         The Vaccines - If You Wanna



                                              Gadjo dilo (1997)

13 Ocak 2012 Cuma

Juuuump Juuuump Juuuump and Jmp.

1964 yapımı A Hard Day's Night filminden güzel bi sahne ya da epic jump diyelim. Başrolde tabiki Ringo..



11 Ocak 2012 Çarşamba

Why Does It Always Rain On Me (Nedir Bendeki Bu Cenabetlik)

Travis'in kült olmuş ve İngiltere'de özellikle teenage tayfanın taptığı bi parça. Melankolik, arabesk bi havası olduğunu kabul ediyoruz. Fakat yiğidi öldür hakkını yeme. Güzel parça.. Olayı güzel bi kere.

Healy İskoçya'nın kasvetli, yağmurlu havasından kaçmak, güneşli bi memlekette tatil yapmak ister. Genelde yağmur yağmayan İsrail'i seçer. Ne gariptir ki gittiği gibi cenabetliğindenmidir bilinmez oraya da yağmur yağar. Bunun üzerine bahsi geçen parçayı yazar. "Is it because i lied when i was seventeen." kısmı ise, Healy'nin işe girmek için söylediği "18 yaşındayım" yalanından geliyor. Yağmurun sürekli kendisine yağmasını bu şekilde açıklıyor. Cenabetim demenin alternatif ve güzel bi yolu tabi.

Gel zaman git zaman Travis 1999'da Glastonbury'de sahne alıyor. Gün boyu hava güneşli ve açık. Ta ki şarkı başlayana kadar.. Why does it always rain on me diye girerken Glasto semalarında yağmur başlıyor. Şemsiyeler açılıyor ve muazzam bi olaya tanıklık eden şanslı insanlar sevinçten teletabiye bağlıyor.

Henüz elimizde görüntü yok, bulursak ibreti alem olsun diye paylaşırız.

Saygılar.

Saygı Duruşu Kuşağı - The Beatles

Albümleri tüm dünyada toplamda 1 milyarın üzerinde kopya satan bir grup. Beatles'dan bahsediyoruz tabiki. Evren o dörtlünün bir araya gelmesini istiyordu. Geldiler ve muzzam işlere imza attılar, isimlerini tarihe kazıdılar. Hepinizin az çok bildiği Beatles'ı anlatacak değiliz.

Elvis hayranlığıyla başladılar, küçük denecek yaşta Elvis'in evine davet edildiler. Heyecandan konuşamıyolardı. Bi kaç yıl içinde müzik dünyasının zirvesine tam anlamıyla oturacaklarından habersiz yıldızları sönmeden para kazanmanın yollarını arayan 4 gençti sadece Beatles. Ama onlar dünyanın saygı duyduğu bi grup haline geldiler.. Tüm dünya onları konuşuyor, organizatörler sahneye çıkarmak için servet döküyordu.

Dönemin zirvedeki isimlerinden Jimi Hendrix, gurubun Sgt Pepper's Lonely Hearts Club Band albümü yayınlandıktan 2 gün sonra çıktığı konserde açılış parçasını albüme adını veren şarkıya ayırmıştı. Mccartney bu durumu kendilerine yapılan en büyük saygı duruşu olarak nitelendirmişti.


Müziği bıraktıklarında bi çok şeyi değiştirmişlerdi ve doğrudan etkilemişlerdi. Beatles'dan ilham alan gruplar bir bir piyasaya çıkıyordu.

Günümüzde ise Oasis'in bi çok parçalarını Beatles'dan çaldığı  iddialarıyla suçlanması söz konusuydu. Bilinmeyen şey ise Oasis gurubunun en azılı Beatles fanlarından biri olduğu gerçeğiydi. Bu noktada bi çalma çırpma değil "saygı duruşu" söz konusuydu. Noel Gallagher bi çok kez "All You Need is Love"ı coverlamış, I am The Walrus parçası Familiar to Millions albümünde bile yer almıştı. Lâkin Oasis hemen hemen bütün şarkılarında Beatles'a selam çakmayı ihmal etmedi. Don't Look Back In Anger'ın başındaki piano girişi Imagine'e, Champagne Supernova klibinde Liam'ın yere yazdığı "Help" ile Beatles'a saygı duruşunda bulunulmuştu. Supersonic'in sözlerinde geçen Yellow Submarine'in ne anlama geldiğini söylememe gerek yok.

Coverlardan ziyade bir parçada, klipte veya sahnede kıyıda köşede bi yerlerde Beatles'a rastlamak mümkün..

 10 Nisan 1972'de grup ayrılık kararını açıklarken şöyle diyordu; Dünya dönmeye devam ediyor, hayat sürüyor. Aksi olmadığı sürece endişelenecek bir şey yok. Dünya döndükçe Beatles yaşayacak ve elbette beat sürecek, beat sürecek..


10 Ocak 2012 Salı

2012 İstanbul Müzik Sahneleri

Indie/Folk müziğine doyacağımız yıl olabilir 2012. Birazdan sayacağım isimlerin yanına çok büyük bi grup dahil olabilir. Dedikodular had safhaya yükseldi, nabzımız hızlandı bile.. Hepiniz tahmin ediyosunuz. Neyse;

Efendim bu yıl İstanbul'da kimler yokki. Indie müziğin parlayan ve çoktan parlamış eli cebinde takılan isimlerini canlı dinleme fırsatı bulucaz. Lafı uzatmadan takvimleri açıp işaretlemeye başlıyoruz;

"Şu ana kadar açıklanan isimlerden" şahsımı en fazla heyecanlandıran grup Athlete. Vehicles & Animals albümünden sonra The Tourist ile hayran sayısını katlayan İngiliz indie rock grubu 2 Mart günü Babylon'da sahne alıyor. Müziği Coldplay ve Travis'e benzetilen, "piano rock" akımını benimsemiş topluluğun "Wires" adlı parçası bıkmadan dinlenesi şarkılardan biri.

Önem sırasına doğru gidersek sayacağımız ikinci isim Cat Power olur. Güzel filmlerin soundtracklerinden ve eşsiz sesiyle yaptığı unutulmaz coverlardan tanıyoruz. 2003 çıkışlı "You Are Free" albümünde Eddie Vedder back vokal'de, Nirvana'dan Dave Grohl ise davulda kendisine eşlik etmiş, albüm oldukça beğeni toplamıştı. 2006'da The Greatest'i yayınlayan Cat Power takma isimli Charlyn Marshall tam anlamıyla kariyerinde zirve yaptı. Kendisini "My Blueberry Nights" filminde görebilmek mümkündür. Cat Power 9 Şubat'ta Garajİstanbul sahnesinde olacak.. Biletlerin bi kısmı tükendi bile, elinizi çabuk tutun.

St. Vincent; 21 Şubat'ta Salon İKSV'de sahne alacak. Kendisini Sufjan Stevens'dan tanıyoruz. Strange Mercy adlı 3. solo albümü geçtiğimiz yılın üçüncü çeyreğinde piyasaya çıkmış ve oldukça olumlu eleştiriler almıştı. Bi çok otoriteye göre 2011'in en başarılı albümlerinden birini yapmış naçizane takdirimi kazanmıştır. Aferin.

Manchester akımının öncülerinden, punk rock efsanesi Buzzcocks 15 Şubat'ta Babylon'da sahne alıyor. Grubun kuruluşu ve müziğe etkisi ilginçtir. Henüz kurulmadan bi Sex Pistols konseri organize ederler. 40 izleyiciden bir kaçı da Buzzcocks grubu üyeleridir. Sex Pistols'dan oldukça etkilenirler ve dönemin müziğine yön vermek için sahnelere çıkarlar.. Efsane topluluk İstanbula ilk kez geliyor.

The Civil Wars ; 2011'in güzel albümlerinden bir diğeri olan Barton Follow ile gündeme geldiler. Bi çok eleştirmen tarafından albüm yılın en iyileri arasında gösterildi. Leonard Cohen'in Dance Me To The End Of Love adlı eserine öyle bi cover yaptılar ki orjinalinden iyi olduğu bi çok kişi tarafından defalarca dile getirildi. 4 Nisan'da Salon İKSV'de The Civil Wars'ı izliyor olucaz.

Bunların dışında Amerikalı Indie rock topluluğu The Pains of Being Pure at Heart 20 Ocak Babylon sahnesinde, Tune-Yards 10 Mart Salon İKSV, Fanfarlo 12 Şubat Salon İKSV, Real Estate 16 Şubat Babylon sahnesinde bizlerle olacak gruplardan bi kaçı..

Gücümüz, zamanımız yettiğince canlı kanlı dinlemeye çalışıcaz. Ancak; bu şehir çok daha iyi grupları hak ediyo.

                                        Cat Power - Sea of Love

9 Ocak 2012 Pazartesi

Merhaba.

Bu hafta elektrikler kesik olduğu için yazamadık. Evde gaz lambası, sofra bezi üstünde portakal soyarak takılıyoruz. Tabi milyonlara hitap ettiğimiz için açıklama gereği duyuyoruz bunu. Yorucu hafta tanımını yaşadık ve artık yazılması gerektiğine kanaat getirdik. (3-5 kişilik münferit grup olarak.)

Altın Küre yaklaşıyo sinemasal hezeyanlarımız gel gitlerle bizleri çalkalarken, çıkmayan her bi altyazı için ayrı ayrı küfürler ediyoruz. Bi çok filmi izleyemediğimiz için yorum yapmak istemiyoruz tabiki. Muhtemel Oscar adaylarından Moneyball'ı, The Ides Of March ve Drive'ı izleyebildik ve her birini de beğenmiş bulunduk. Geçtiğimiz yıla nazaran hayal kırıklığı var genel olarak. Bu seneki yapımlar bi The King's Speech veya Black Swan değiller kesinlikle. Akademiyi de salladığımızdan değil ya, adettendir çayı demleyip, mısır pıtlaklarımızı yapıp soğuk kış gecelerinde yorgan altına gömülüp seyre daldık. Tıpkı törende uykusuz kalıp yapacağımız gibi.

Brad Pitt yaşlanmış dostlar. Kırış kırış olmuş dağ gibi adam. Ryan Gosling senenin oyuncusu olabilirmiş, az kaldı. George Clooney iyi yönetmen olma yolunda hızlı adımlarla ilerliyo. Karizmasında düşüş yok.

Göze batan bi soundtrack olmadı maalesef. Nerde o Garden State'ler, 24 Hour Party People'lar..


                                        Fleet Foxes - Your Protector

3 Ocak 2012 Salı

Chunking Express

Eşe dosta tavsiye ettiğimiz, hakkında sürekli hemde uzun uzadıya konuşup, tartıştığımız Kar Wai Wong filmidir. Sözlük tadında başladığımız kısa yazıda film hakkında değersiz bilgiler vericez. Merak edilmesin, spoiler yok.

Orjinal adı Chung Hing sam lam olan Hong Kong çıkışlı filmimizde 2 ayrı insanın aşkları, takıntıları, küçük dünyaları incelenmekte. Genel olarak çok eğlenceli bi film olmasına karşın izleyenler sürekli ağlayıp, zırladığı işitilmektedir. Kaldı ki Tarantino usta bile her izlediğinde ağladığını beyan etmiştir. Aslına bakarsanız eğlenceli bi o kadar da hüzünlü bi film.

Ustaca replikler, inanılmaz görüntüler, farklı çekim teknikleri, iyi düşünülmüş detaylar ile şahane bi eser olmuş. Ama nasıl? Arkadaş film bi kere 1994 çıkışlıdır. Ne demek istediğimi anlamayan adam sinemadan uzak dursa iyi eder. Yani filmin kötü olma gibi bi ihtimali zaten yoktur. Kar Wai Wong Dung che sai duk'un 2 yıl süren çekimlerinden bunalır. Arada çıtır niyetine rahatlamak amacıyla Chunking Express'i çekmeye karar verir. Havaalanında çekilmesini ister fakat izin çıkmaz. Alır eline el kamerasını, 3 ay da bi şaheser yaratır. Ortaya nasıl bi şey çıktıysa artık, odaları bile ağlatmayı başarır..

Ve olayın özü; film için öyle bi şarkı seçilir ki izleyenleri gafil avlar, aptal eder, uzaklara kaçmaya teşvik eder, deli dolu yapar, Adnan Oktar'ı göğe yükseltir, İzzet Altınmeşe'ye hayatı sorgulatır.

Sonuç olarak film Kar Wai'nin en başarılı 2-3 eserinden biri olur.

Film - soundtrack etkisi bu yapımda doruğa çıkmış biz ölümlülere ise defalarca izlemek kalmıştır..

                             The Mamas & The Papas - California Dreaming

2 Ocak 2012 Pazartesi

This is Madchester

Happy Mondays'in solisti Shaun yukarıdaki lafı ettiğinde yeni bi akımın başladığını biliyordu. Zira 80 sonuna doğru Happy Mondays ve Stone Roses'un öncülüğünde sahneler alternatif müzikle kuşatılmış indie ve dans ritmleriyle esir alınmıştı.

Akımın öncüleri aslında Madchester öncesi indie kralları olan The Smiths, New Order, Joy Division gibi gruplardı. New Wave, Post Punk akımı yavaş yavaş yerini hafif ritmlere bırakıyordu. Tabiki bu dönemin başlangıcındaki en büyük etken Factory Records ve onun sahibi Tony Wilson'dı. 1982'de The Hacienda'nın açılmasıyla İngiltere'de bi çok şey değişecekti..

İlk albümler ve EP'ler dökülmeye başlamıştı Happy Mondays, Inspiral Carpets, 808 State ve Stone Roses İngiltere'de bir akımın kabullenişini sağlamıştı. Bu dönemde James kendi imkanlarıyla çıkardığı Come Home albümü ve içinde yer Sit Down adlı parça Manchester milli marşı haline gelmişti. Stone Roses ve Happy Mondays Top of the World seçmelerine katılmış, başarılı sonuçlar elde etmişti. Bu sırada The Charlatans ikinci 45'liği The Only One I Know klasikler arasına girmişti.

İndie anlayışı nedeniyle çokta gelir elde edemeyen Madchester grupları kısıtlı imkanlara rağmen başarı oranını giderek arttırıyordu. İngiliz basınının bu akımı kabullenmeyişi işleri daha da zorlaştırıyordu. Her şeye rağmen parçalar listelerde en üst sıraya tırmanmaya devam ediyordu. Happy Mondays Step On ile James Sit Down ile Happy Mondays Pills 'n' Thrills and Bellyaches ile Inspiral Carpets Life ile The Charlatans ise Some Friendly ile Madchester'dan çıkıp 1 numaraya yükselen ilk grup olmuştu.

The Hacienda'nın başı çektiği gece kluplerinde uyusturucu pazarı o kadar sağlamdıki club alkolden para kazanamaz hale geldi. Factory Records'u zor günler bekliyordu. Eskisi kadar albüm çıkmıyor lâkin konserlerle birlikte Madchester altın çağını yaşıyordu. Kimse hemen ardından gelecek olan çöküş döneminin henüz farkında değildi.

Stone Roses Amerika turnesini iptal eder, Happy Mondays yaşadığı uyuşturucu sorunu yüzünden yeni albüm yapamaz, Factroy Records'un paraları suyunu çeler, The Hacienda kapanır, gece kulüpleri elektronik müzik devrini başlatır ve bir devir fazla uzun soluklu olamadan kapanır. Günümüzde James, The Charlatans, Inspiral Carpets gibi gruplar bu akımı dar bi kitleyle yaşatmaya çalışmaktadır.

Madchester'ın müzik dünyasında etkileri uzun süre hissedilmiş, alternatif müziğin parlamasında yardımcı olmuştur. Oasis, Blur gibi Manchester çıkışlı gruplar büyük başarılar elde etmiştir.

                                 The Charlatans - The Only One I Know