31 Aralık 2011 Cumartesi

Efsane Sahne Performansları

Başlığın sonuna nokta koymadım ya, evin kapısını açık bırakmış gibi bi his oluştu içimde.

Seyirciyle iletişimi iyi olan, sahne şovunu becerebilen grupları hep ayrı sevdik. Tabiki biz tüm fakirler olarak ortak ses; "orada olmalıydım!" şeklindeydi. Performansları sadece festivallerden seçtim. Bi sebebi yok.

Başlıyoruz;

1995 yılına gidiyoruz. Glastonbury festivali. Pulp sahnede Common People'ı söylüyor. Jarvis zaten çığırından çıkmış kalabalığa sağlı sollu kroşeler indirip 200 bin insanı etkisiz hale getiriyor. Garip figürleriyle kafa karıştırıcı olsa da biz arkadaşa şukusunu verdik.




2003 yılında bir kez daha Glastonbury'e gidiyoruz. Dünyanın en prestijli müzik festivali olması sebebiyle bi çok kez uğramayı düşünüyoruz.. Çıkan sanatçıların ücret talep edemediği festivallerden olan Glasto'da sahnede ki isim Radiohead. Hail to the Thief gibi çok tartışılan bi albüm yapıp gelmiş Thom Yorke'un ekibi. Idioteque ile giriş yaptıkları anda hiç bişeyin eskisi gibi olmayacağını hissetmiş olmalılar. Zira biz videoları karıştırırken arkadaşla sarılarak izledik. Thom Yorke'un kendinden geçmişcesine sallanması, tribal sahne ışıkları, müziğe uyumlu havai fişekler (ürün adı gibi oldu) derken festival tarihinin en sağlam performanslarından biri ortaya çıkar.




2007 yılına gidip Rock Werchter'e göz atalım. Sahnede Keane var. Somewhere Only We Know öncesi nutuk çeker seyirciyi kıvama getirir. Ter içindedir Tom Chaplin ve şarkısına başlar. Seyirciye mikrofonu uzatır ve hayvani bi görüntü oraya çıkar. Orada olmadığımız için bi kez daha seslice lanet ederiz.




1969'a kadar inip efsane festival Woodstock'a bakıyoruz. Sahnede dönemin çılgın atan gruplarından The Who.. Beatles ve Rolling Stones ile karşılaştırılan grup "My Generation" ile dönemin gençlerinin idolü haline gelir. Tüm zamanların en gürültülü müziğini icra ederler ve bi neslin beyin göçü yolunu açmış olurlar. Sahnede "ilk gitar kırma" olayı yine The Who'ya aittir. Konudan sapmadan; My Generation beklenmektedir ve tabiki çalınacaktır. Şarkı başlar, işler çığırından çıkmıştır..




Şimdilik son olarak; Nisan 16'ya dönüyoruz. Bi çok otoriteye göre son 10 yılın en iyi albümü olan The Suburbs ile ortalığı kasıp kavuran Arcade Fire sahnede. Kalabalık ne istediğini biliyo. Grup yalandan son şarkı olarak Wake Up'a giriyo. Doğrusu coşkulu binler onlardan önce giriyo şarkıya. Kısa bi süre sonra sahnenin üst kısmından onlarca balon seyircilerin üstüne atılıyo. Akabinde olanlar ise videoda;


28 Aralık 2011 Çarşamba

Yılbaşı Sendromu

Gereksiz hareketlenmeler zinciri "yılbaşı kutlaması" günlerinde geri sayım başladı bildiğiniz üzere. 1 ay önceden plan yapanlar mı dersin, sağa sola "merry christmas" yazanlar mı, evi süsleyenler mi.. Kimsenin hevesini öldürme gibi bi düşüncemiz yok lâkin kafanda kukuleta, ağzında kaynana dili (!), elinde rakı, önünde göbek, saçında beyaz, gözünde gözlük, cebinde tarak.. çok komik görünüyosun be amcacığım.

Kapitalist oyun diyerek klişe yapmak istemesem de konu oraya gidiyo maalesef. Neyse ki yalnız takılmaya mecbur bırakılmış kızlarımız ve oğlanlarımız var da her sene sonu "yılbaşı çok gereksiz yeaa, yatıp uyucam ben" diyerek olayın içinden sıyrılmayı başardıklarını sanıyolar. Sadece sanıyolar.. Maalesef o kadar kolay olmuyo, evde kestane çizildiği an, kuruyemişler sofra bezinin içine döküldü mü, kola ve tombala da çıkarsaa çok net: bitersin!

Kutlamaları kıyasıya eleştirip son dakika da kendini Beyoğlu - Nişantaşı hattında bulan arkadaşlar var ki onlar tam numunelik. Saat 22:00 sularına kadar "evde sabahlıcaz abi" modunda olan 17-18 yaş aralığı mafya-clubber mangası kardeşler içlerindeki inanılmaz heyecanı bastıramayarak kendilerini sokaklara atarlar.


Hayır kızmıyorum tabiki. Günümüz insanının "her şeyi kutlama merakı"ndan çok daha fazlasıdır yeni yıl, kabul. Lâkin bu kadar devlet meselesi haline getirilip abartılmasına asla anlam verememişimdir, hele ki bizim ülkede.

Bununla ilgili Flying Dutchman'ın yaptığı leziz bir "Top 10 İğrenç Yılbaşı Klişesi" listesi var ki üstüne çokta fazla bişey söylenmemeli.
tıklayın.

2011 iyi-kötü-güzel-çirkin-acı-tatlı bi çok saçma sıfatla başladı ve biz anlayamadan bitti. Çok fazla artısı da oldu götürdükleri de.
Dileriz yeni yılda Ali'nin "artık" bi sevgilisi olur, Ayşe yeni cep telefonuna kavuşur, Mehmet Amca ölmeden emekli ikramiyesini alabilir, Ömer arabasını nihayet ıslatır, isminin sonu Can ile biten herhangi bi çocuk sınıfın en uslusu en bi çalışkanı olur, Osman abi kardeşiyle barışır akabinde karısını boşar, benzine %1.5 indirim gelir, Nesrin teyze ATM kullanımındaki toplam süresini 45 dakikanın altına çeker, Barcelona patronu "yapacak bişeyimiz kalmadı kulübü kapatıyoruz" der, Serdar Ortaç Rock müzikten uzak durur, Sarko' RTE'nin msn engelini kaldırır, cool ablalar-abiler İstiklal'den taklalar halinde tünele kadar yuvarlanır, Radiohead Türkiye'ye gelir(!!11!1), Mahsun Kırmızıgül Oscar heykelciğini bir töre filmiyle kazanır, Ted eşiyle tanışır ve daha bissürü şey..


Herkese mutlu seneler. 2012'de tüm güzellikler sizinle olsun.


                                        Otis Redding - White Christmas



                                               Love Actually (2003)

26 Aralık 2011 Pazartesi

Flowers In The Window

Travis'den Fran oturur hamile eşi için böyle bi parça yazar, klibi de gidip taa Capetown yakınlarında çekerler. Sonucunda çok güzel bi iş çıkar ortaya. Klip oyuncularından 2'si çekimlerden hemen önce doğurmayı başarabildiği için eksik kadro olarak değerlendirilmeli ve puanlar yüksek tutulmalı. Sevgili Travis üyeleri mevzubahis parçayı her konserlerinin sonuna saklayıp, hep beraber sahnenin en önünde, sevgi yumağı halinde seslendirir. Hayata bağlar, depresyondan çekip alır, güne huzurla başlamanızı sağlar. Basit ama güzeldir.


                                     Travis - Flowers In The Window

Stand By Me

En çok cover yapılan parçalardan biri bildiğiniz üzere.. John Lennon'dan efsanevi boksör Muhammad Ali'ye, Otis Redding'ten, Incubus'a kadar bi çok grup ve vokal tarafından seslendirilen Stand By Me geçtiğimiz günlerde Spurs soyunma odasında yankılandı.

Öyleyse; Tottenham Hotspur soyunma odasından geliyor: Stand By Me..

aylarca bkz. (spurs'u sevme nedenleri)


Fake Plastic Love

Uykusuzluktan kıvrandığım şu dakikalarda, buz tutmuş ellerimin de olağanüstü çabası dahilinde bi kaç şey daha karalayıp uzamaya karar verdim.

Binlerce şarkı dinleriz, film izleriz. İçlerinden bi tanesinin tam ortasına kendimizi koyar onu sahipleniriz. Kimi Summer'ı temsil eder kimi Autumn'u. İşleyiş aynıdır daima. Hayatın merkezi yaparız insanları, filmlerdeki, müziklerdeki gibi şairane sever, büyü hiç bozulmayacakmış biliriz. Çok sevdiğin filmin sonunun gelmesini hiç istemediğin gibi, ya da şarkının. Sadece güzellikleriyle ilgilenir, o büyüye kaptırmak istersin. İstemesende kapılmış olmalısındır. Hayaller kurar, içine evler inşaa eder yaşarsın. Kaygısız, tehlikesiz, sorunsuz olacakmış gibi.

En çetini Kış'tır. Doğru yerdeysen bi resim tablosunun içinde hissedersin. Aksi takdirde kaskatı kesilirsin.


Soğuğu derinden hisseden iliklerden sevgilerle,
İyi geceler.

                                           Radiohed - Let Down






                                        Jeux d'enfants (2003)

Being Jim Morrison

Morrison'ı hepimiz biliyoruz. Ya da "Mr. Mojo Risin". 27 yaşında ölme akımını başlatan adam, The Doors'un solisti, gelmiş geçmiş en iyi 3 sesten biri, tarihin gördüğü en iyi şarkı yazarlarından vsvs. Morrison olmak diye bişey yok efenim. Çünkü hiç birimiz o kafaya ulaşamayız asla. Onu geçelim bi. En azından anlamaya çalışabiliriz, gerizekalılar bi adım geriye şimdi..

Morrison için nihilizmin dibine vurmuş hatta o dönem akımın öncülerinden olmuş diyebilir miyiz? Hayır. Çünkü nihilizmin doğrudan kendisi olmuştur bu abi. Friedrich Nietzsche, Albert Camus, Dylan Thomas ve Charles Baudelaire hayranıdır. Müzik adamı olmasaydı nihilist bir filozof olacagına kesin gözüyle bakılabilirdi.

Aslında, sahnede mastürbasyon yapması, akabinde tutuklanması, yine sahnede annesine-babasına küfür etmesi ve konserlerinden önce otel odasının balkonundan kendini sallandırması dışında normal bir birey sayılabilir.

Sinemasever bi abi olarak Morrison "Filmler yapay olarak döllenmis ölü fotograflar bütünüdür." tarzı açıklamalarıyla bir dönemin zihninde derin aydınlanmalar yaratmış, toplu sinema baskınlarına sebebiyet vermiştir. Kendi hayatını sinemada izlese Val Kilmer'i kıskanır mıydı? bilinmez.

The Lizard King (Kertenkele Kralı) lakabını kendisine vermesinin sebebi; kertenkelelerin dünyadan yok olsa da ekosistemin bozulmayacağını öğrenmesidir. Kertenkeleleri tam bağımsız hayvanlar olarak tanımlar ve kendini onların kralı ilan eder.

Tüm zamanların en çok groupie elde etmiş adamıdır. Sevgilisine çok çektirmiştir bu özelliğiyle. En sonunda dayanamayan sevgilisi 2 kg kokain ile birlikte annesinin evine kaçmış olabilir de. Bu olaylardan sonra sevgilisi Pam'in ölüm teorilerine konu olması kaçınılmaz bi sondu.

Jim Morrison bi filozof, bi şair, bi müzik adamından öte bize bişeyler anlatmaya gelmiş peygamberden hallice güzel bi adamdı. Ölüm onu evinin küvetinde kucakladıgında kan kusuyodu. Ölüm nedeni asla araştırılmadı. Bi çok teori ortaya atıldı, kimi çılgınca "yaşadığını" söylüyo, kimi suikasta kurban gittiğini..

Lizard King 1971'in 3 Temmuz'unda aramızdan ayrılalı 40 yıl oldu. Kuşaklar değişti ama onun bi müzik tanrısı olduğu gerçeği, fikirleri, sesi ve yüzü asla değişmedi, değişmeyecekti.

"Tanrılar hayalerle uyuşturur bizi. Bize kitaplar, konserler, galeriler, şovlar, sinemalar verirler. Özellikle de sinemalar... Sanat yoluyla kafamızı karıştırır ve kendi köleliğimizin içinde kör ederler bizi. Sanat, hücre duvarlarımızı süsler, sessiz ve bir örnek tutar bizi.."

Jim Morrison



                                          The Doors (1991)

The Temper Trap

Avustralya'dan kopup gelmiş İngiltere'de kurulmuş bi indie rock grubu. Onları 500 Days Of Summer ile tanıdık. Sweet Disposition adlı şahane parçaları filme inanılmaz bi hava katmıştı. Grubun solisti Dougi Asyalı kardeşlerden. Kapalıçarşı esnafı tatmış yüce insan yani. İnanılmaz bi sese sahip, o cüsseye rağmen hayvan gibi çalıyo bi de. 2009 çıkışlı Conditions albümünü dinledim, çok hoşuma gitti. Hatta kaynım, görümcem, eltim hep beraber dinledik. Alıcı gözle bakan annem boyunu kısa bulsa da sesi için "bülbül" gibi yorumunu yaptı.
Saygılar.


                                                         "Rest"

25 Aralık 2011 Pazar

New is always better.

Bir Stinson repliğidir. Doğru önermedir. Çok geniş kapsamlı bi konu olduğu içün saatlerce yazılıp, çizilebilir, tartışılabilir tabi ben bunu istemiyorum. Yüzeysel yaklaşıp konuyu kapatma yoluna gidicem. Fırında kekleri, ocakta kızartmayı, prizde ütüyü unutmamak adına..



Kate Upton ve Lyndsy Fonseca bunun canlı kanlı örnekleridir.

                        The Smiths - Some Girls Are Bigger Than Others

Kitleleri peşinden sürüklemek.

Bayılırım. Ama öyle bi amacım yok. Bu kişisel ve gayet okunmayan bi blogdur. O yüzden hiç bi şekilde kasmak gibi bi derdimiz de olmamalıdır -ki yokturda. Dahi anlamındaki de'leri siklemiyor, türkçeden nefret ediyoruz. Neden hala biz'li konuşuluyo gerçekten anlam veremiyoruz. veremiyorum. veremedik.

He?


                                            Cold War Kids - Hospital Beds

Tonight's the Nights !

Elimde kasatura, döner, pala ve bilimum kesici, yırtıcı alet, odamın dört tarafını streç filmle kapladım, ritüelimi gerçekleştirmek için kurbanımın uyanmasını bekl.. saçma. Yok öyle bi şey.

Kış mevsiminin kendini iyice hissettirdiği şu günlerde yapılabilecek en iyi şey saatlerce sokakta yürümektir. Evet, yazın inim inim inleyen insana bu müstehaktır. Bizim gibi arıza olup bu durumdan hoşlanan mazoşistlerin sayısı da gün geçtikçe artarken, bi yandan aklımız evsizlerde ve sokakta takılan kedi, köpek gibi şirin yaratıklarda. Bu cümleyle primimi de yaptıgıma göre yine nacizane günün şarkısı ve filmine geçiyorum. Zira yorgun ve uykusuzum;


tonight's the night.
and it's going to happen again.
and again.
has to happen.
nice night.
miami is a great town.
i love the cuban food, pork-sandwich, my favourite.
but i'm hungry for something different now...

Natural Born Killers (1994)


Kan asla yalan söylemez. Geberin.

24 Aralık 2011 Cumartesi

2011'in en iyi albümü.

2011 müzik dünyası adına verimli bi yıl oldu. PJ Harvey Let England Shake ile ödüle doydu, Coldplay'in beklenen albümü az da olsa hayal kırıklığı yarattı, Noel Gallagher ve ekibi güzel işler çıkardı, White Lies'ın Ritual'ı debutu aratmadı, Fleet Floxes neşelendirdi bla bla derken 2011'in en başarılı albümü kanımca;

Bon Iver - Bon Iver

oldu. Ödülü kendisine kısır ve poğaça eşliğinde sade bir törenle takdim edilecektir.

23 Aralık 2011 Cuma

Anamızı ağlatan final sahneleri.



Bu tarz listelere sıklıkla yer vermeyi düşünüyorum. İlk serimiz olsun o zaman;

Kimi sadece soundtrackiyle, kimi ters köşeye yatırışıyla, kimisi de bizim ipneliğimizden, anamızın ağlamasına hazır oluşumuzdan sebepsizce etkilemiştir. Bazıları ise bütünüyle etkileyicidir. Hikaye, görüntü, ses buluşur ve zihnimize, ruhumuza zor anlar yaşatır.

Geçen gün aklıma gelen The Butterfly Effect bunlardan biri. Final sahnesinde Evan ve Kayleigh karşılaşır, Oasis'den Liam'ın eşsiz yorumuyla Stop Crying Your Heart girer. Hikaye, görüntü ve sesin eşsiz senkronu başlar.


#bunları bilmiyosan git öl: Evan'ın yurt odasının duvarındaki tablo Salvador Dali'ye ait Uyku adlı çalışmadır.

Başlarken..

Belirtmek istiyorum ki daha çok Esra Erol tadında bilgiler paylaşıcam. Sabah şekerleri niteliğinde devam edip, türk dizileriyle afallatmak istiyorum. Ulaşabileceğim en son nokta; Arka Sokaklar'dır.

Tamam, bu kötü bi şakaydı.

Kısıtlı bilgim ile genel olarak sinema, müzik gibi sanatsal ögelere yer vermeyi planlıyorum. Çünkü entel olacağıma dair söz verdim.

Gölgelerin gücü adına..

22 Aralık 2011 Perşembe

Annemler size misafirliğe gelecekte..

Selamlar.

Hayır, size misafirliğe filan gelmiyoruz. Öyle bi amacımız yok. Misafirlikte heder olan nesiliz, türkçemiz iyi değil, başıma bişey gelmeyecekse bi kaç şey yazıcam sadece canım sıkıldığında.

Çoğul konuşuyorum, çünkü bilgisayar başında 3 kişi kasıyoruz "ulan ne yazsak cool olur ki?" diye.

Saygılarımla.