18 Şubat 2013 Pazartesi

Keşfedin: Foxygen

Foxygen adında bi grupla tanıştım bu hafta. San Francisco adlı şarkılarını dinleyince 60 veya 70 çıkışlı gruplardan olduğunu düşündüm lâkin günümüz gruplarından olduğunu anlamam uzun sürmedi. Psychedelic rock - indie pop arasında bi müzik icra ediyolar. Anlaşılacağı üzere yaptıkları müzik gayet özgün ve güzel harmanlanmış.

Bilgim dahilinde Foxygen'in diskografisi; 2009-2011 arasında yayınladıkları bi kaç EP, 2012'de Take The Kids Off Broadway ve çıkış yakalayıp iyice dikkat çektikleri 2013 yapımı We Are The 21st Century Ambassadors of Peace & Magic'den ibaret. Yeni yıla sağlam bi giriş yaptılar ve bi kaç haftadır radyolarda şarkılarını sıklıkla dinlettiler bize. Oldukça neşeli, cıvıl cıvıl bi ikiliyle tanışmak üzeresiniz..

Tarzları itibariyle göz önünde bulunduracağım, gelecek vadeden gruplardan biri Foxygen. Günümüzde hâlâ psychedelic yapmaya çabalayan -hem de hakkını vererek- insanlar gördükçe onlara sıkı sıkı sarılmak gerektiğini düşünüyorum. Bir de canlı dinlemek gerek tabi. Listenize ekleyin; bu çocuklarda iş var.


Foxygen - San Francisco

6 Ocak 2013 Pazar

Bryan Adams

Gece gece bastıran Bryan Adams dinleme arzularım beni tekrar bloga azıcıkta olsa yazma şevki getirdi. Biliyosunuz ki bu Kanada'lı abimiz 80'lerde patlamış, bi hayli popüler olmuş daha sonra sönüp gitmişti.(Kimileri kendini bitirdiğini söyleyebilir, haklılık payı vardır.)

Bryan Adams ile ilgili bi kaç trivia vermekte fayda var. Kendisinin ağır Slayer hayranı olduğunu biliyoruz. Zevkleri olan bi abiymiş -vakt-i zamanında-. En büyük handikapı olan Kanadalı olmasını iyi şekilde bertaraf edip çokta iyi olmayan fakat etkileyici olan o tuhaf çatallı sesiyle, "hiçte iyi olmayan" insanlarla düet yaptı; örnek; Pamela Anderson.

Türkiye'de ilk stadyum konserini veren isimdir aynı zamanda Bryan Adams. Bu konser 20.000'den fazla insan tarafından İnönü Stadında izlendi. Stadyum konserine pek yabancı ve aç olan milletimiz tabi ki Bryan'a bir Queen bir Pink Floyd muamelesi yaparak Kanadalı'yı pek etkilemiş olmalı ki adam o gazla Türkiye'de bir de klip çekti. Klibin yönetmeni müzik belgesellerinden ve şahsen çok sevdiğim Control filminden tanıdığımız fotoğrafçı Anton Corbijn. Ayrıca; Bryan Adams'ın da iyi bir fotoğrafçı olduğunu belirtelim.

Bryan Adams ülkemizde son konserini 1999'da verdi. Hâlâ çatur çutur albüm yapmakta ve sadık dinleyici kitlesini mutlu etmekte.

Şimdi sizi 1992 yılının çılgın İstanbul rock dinleyecilerinin de görüntülerinin bulunduğu Do I Have To Say The Words? un klibiyle baş başa bırakıyorum. Atmosfere bayıldım.


20 Temmuz 2012 Cuma

My Generation

The Who'dan Keith ve John Jimmy adında bi gençle grup kurmak isterler. Toplanırlar, stüdyoya girip provalara başlarlar. Fakat başarılı olamazlar. Bunun üzerine Keith, Jimmy ile çalışmanın çok zor olduğunu söyler.. Aradan zaman geçer Jimmy başka arkadaşlarıyla stüdyoya girer, provalar olumlu geçer. Kendi grubunu kurar. Grubun adı; Led Zeppelin.

The Who büyüsüne Jimmy Page eli değse neler olabileceğini düşündüğümde beynim sulanıyo, kalp atışlarım hızlanıyo, gözlerim büyüyo. 60 ve 70'lerdeki bolluk bereket başka hiç bi zaman diliminde yok, olmayacakta. O dönemin Woodstock görmüş insanıyla günümüzün Glastonbury insanı karşılaştırılamaz bile. Keza gruplarda öyle. Müziğin altın çağı bizim jenerasyonu es geçerek, bi dönemin gençlerini yozlaşmış pop kültürüne teslim etti.

Geldiğimiz noktada ise müzik can çekişmekte. Şahsen hiç sevmediğim elektronik müzik kültürü aldı başını yürüdü. Bi çok günümüz "efsanesi" kendini elektronik akımına kaptırarak can verdi. Bazıları ise pop müziğin ta kendisi olup çıktı, eldekiler yetmezmiş gibi. Kendini o sulara teslim etmeyenler ise, kıyıya vurmuş ve hala çırpınmakta. Büyük denizde popun balıkları hüküm sürmekte. Gençler ise gerçek müziği tanımaya meyil göstermeden kendini dönemin popüler kültürünün kucağında bulmakta ne yazıkki. Daha kötü olan ise, yeniliğe açık olmamaları, denemekten kaçınmaları.

Festival kültürünün bitmeye yaklaştığından bahsetmiştim. Rakamlar gerçekten can sıkıcı boyutlara ulaştı. Avrupa'da iptal edilen festivallerin sayısı giderek artıyor. Bazıları hava muhafeleti yüzünden ama önemli çoğunluk maddi kaygılar üzerine.. Ülkemizde ise hali hazırda eli ayağı düzgün 2-3 festival düzenlenmekte. Sanırım birini bu sene son görüşümüzdü (bkz:One Love). 2 büyük sponsor firma sağolsun ülkede 10 yıldır festivallere gelir sağlıyor, bi şeyler yapmaya çalışıyor. Ama gelinen noktaya bakıldığında hala "festival seyircisi" denen kültürün oturmadığını hatta varolmadığını söyleyebiliriz. Lâkin ülke sınırları içindeki müzik festivallerinin ömrü konusunda çokta endişeli değilim. Müzikseverlerin bi çoğu festivallerle henüz yeni tanışmış durumda ve heyecanlarını muhafaza etmekte. One Love'ın başına gelenler gidişatı olumsuz yönde etkilemez ise bizim açımızdan çokta karamsar bi tablo olduğu söylenemez. Ancak ben kötü yönde etkileyeceğini düşünenlerdenim..

Müziğin hiç susmaması ve her seferinde daha iyilerinin icra edilmesi dileğiyle..


16 Temmuz 2012 Pazartesi

Özlenen - 15 Temmuz 1956

Dün onun doğum günüydü. Ian'ın kısa hayatı ders niteliğinde. İyi ki doğdu, iyi ki müzik icra etti "bay elmacık kemiği."
NME geçtiğimiz günlerde onu bir kez daha onurlandırdı; Love Will Tear Us Apart son 60 yılın en iyi şarkısı seçildi. Joy Division'ın bu başarılarını görse yine gülmezdi ya bu adam, neyse..


10 Temmuz 2012 Salı

He Doesn't Know Why

Grup üyeleri ailesinden ayrıldıktan sonra sokaklara düşen arkadaşları için yazarlar bu aşmış şarkıyı.. Ne kadar doğrudur bilemiyorum ancak yalansa bile buna inanmak istiyorum. Çünkü bu tür hikayelerle daha dokunaklı oluyo, kabul edelim.

Silver Swans coverı ile,

İyi geceler.



9 Temmuz 2012 Pazartesi

İtici çekicilik ve Liam

Yıl: 1996. Yer: Maine Road, Manchester City Stadium

Taze grup ve o dönem İngiltere'nin altın çocukları olan Oasis yaklaşık 100 bin kişilik bir hayran kitlesine konser vermekte. Sıradaki şarkı Whatever. Yaylılar da dahil herkes hazır. Güzel bi girişle şarkıya başlayan Liam seyirci tepkisini yetersiz bulur ve sinirlenerek şarkıyı yarıda bırakır. Biraz seyirciye çemkirdikten sonra sahneyi abi Noel'e bırakır. Tekrar şarkıya girilir, seyirci hep bir ağızdan şarkıya eşlik eder, Liam ise sigarasını yakmış kendi konserini izlemektedir.


7 Temmuz 2012 Cumartesi

Buharlaşırken ben

Haber bültenlerinde "son 5000 yılın en sıcak yazı" tarzı cümleleri duymaya devam ederken, ben insanlık tarihinin en sıcak anlarını odamda yaşıyorum şu sıralar. Evet, fazla erotik oldu farkındayım fakat içinde bulunduğum ortam Merkür'ün doğu yakasından farksız olup erotizmden zerre nasibini almamış, nefes alıp vermenin çok güç olduğu, yer çekiminin zaman zaman kaybolduğu bi mekan. Şuan bu yayını 80 model Rus kozmonot başlığımla yazıyorum;

PLEASE, MORE MUSIC.


28 Haziran 2012 Perşembe

En Özeli

Benim hayatımın dönüm noktası James'i tanıma evvelinde gerçekleşti. Tim Booth'un eşşsiz vokali eşliğinde bi Manchester büyüsüne kapılmış gidiyodum. Hiçbi şeyin eskisi gibi olmayacağının farkındaydım. Adamımı bulmuştum.. İnsanların sürekli "bir film izledim hayatım değişti." masalını anlattığını biliyoruz fakat yemiyoruz. Kolay değil diye düşünüyorum bu cümleyi bi sanat eserine yakıştırmak. Bunu dile getiren insan hep daha iyisiyle karşılaştı, istisnasız.. Yıllar sonra bile o filmi izliyor, o müziği dinliyor, o kitabı okuyorsan bi nebze beni inandırabilirsin. James benim için hiç bitmeyen bi sevda oldu. Onların modası hiç geçmedi. Bi Gold Mother daha gelmedi..


27 Haziran 2012 Çarşamba

En İyisi

Uzun zamandır düşünüyorum.. Ulan dinlediğim en iyi albüm hangisi acaba? diye. Karar vermesi çok güç. OK Computer'ı zirveye koysan, The Stone Roses gücenir. Sgt. Pepper's ı baştacı yapsan, Led Zeppelin IV'e ayıp edersin.. Sonunda böyle bi şeyin saçma olduğuna kanaat getirdim. Aşağıdaki video hangisinin burun farkıyla önde olduğunu gösterir.


22 Mayıs 2012 Salı

Yeni Albüm: Beach House - Bloom

Beach House'un merakla beklenen yeni albümü Bloom geçtiğimiz hafta raflardaki yerini almıştı. Utanmadan, sıkılmadan malum ortamlardan albümü edinmiş fakat nedense dinlemeyi unutmuştum. Geçen akşam aklıma gelince canhıraş şekilde albümü açıp bi çırpıda dinleyip, yalayıp yuttum.

O ne güzel albümdür öyle. Nutkum tutuldu, elim ayağım titredi, kendime gelemedim. Tamam, bu noktada abartmış olabilirim ancak Teen Dream'den sonra aynı kalitede bi albüm beklemek hayaldi açıkçası. Müziğin iyileştirici etkisini biliyoruz fakat bu albüm bambaşka. Sadece iyi hissettirmekle sınırlı kalmıyo. Olmayan birine aşık olasınız, asla varolmamış yerlere gidesiniz geliyo dinlerken. Beach House'a ait o güzel atmosferi aynen hissedip, kendinizi farklı hikayelerin içinde bulabiliyosunuz. Bi grubun bunu sürekli yapması tehlikeli boyutlarda mükemmelliyet içeren bi hadisedir günümüz müziğinde.

Şimdilik senenin en iyisi diyorum Bloom için. Bu albümü gidip satın alın, benim gibi öküzlük etmeyin ve eşe dosta armağan edin..