90's etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
90's etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mart 2012 Perşembe

Müzik tarihinden bi underrated vak'a: James

"Rivayet o dur ki İngilizce sözlüklerde "underrated" kelimesinin karşılığı "James" olarak verilmiştir."
..

1982 yılında pop müzik tüm dünyayı etkisi atlına almış fakat İngiltere'ye okyanusun diğer tarafında olduğu gibi bi etkiyi tam olarak bırakamamıştı. Ada'da rock müzik direnişini sürdürüyordu. Kısa geçmişi olan bu müzik türü de yeni kollara ayrılıyor ve bi çok alt kültürü ve müzik türlerini oluşturuyordu. İngiltere'de tabiki Manchester'ın dönemiydi, en iyi müzik grupları bu şehirden çıkardı..

1982 yılı Manchester University'nin haşın dansçısı Tim Booth'u ikna eden James grubu elemanları fazla vakit kaybetmeden çeşitli mekanlarda çalmaya başlar. The Fall'ın önünde sahne almaları ve Hacienda'da etkileyici bi performans sergilemeleri sonucu çok geçmeden de Hacienda patronu, Factory Records'un kurucusu, Manchester sound'unun yapı taşlarından olan Tony Wilson'ın dikkatini çekerler.

..3 parçalık ilk EP Jemino piyasaya çıkmış ve haftanın plağı seçilmişti..
İlk EP başarılı olmuştu. James dönemi esir alan The Smiths in ön grubu olarak turnelere çıkmaya başlamıştı. 1986 yılına gelindiğinde gitarist Paul Gilbertson uyuşturucu sorunları sebebiyle gruptan uzaklaştırılıyor yerine Larry Gott getiriliyordu. James II adlı ikinci EP'de başarılı olmuş grup kemik dinleyici kitlesini oluşturmaya başlamıştı.

Bu dönemde grup üyeleri özel hayatlarında kısıtlamalara gitmiş, Factory Records'un albüm isteklerine yanıt vermeyerek Sire Records ile anlaşmıştı. Aynı dönemde gelen 3. EP Sit Down ve tekrarlı sözler içeren, Stutter albümü 1986 yılında piyasaya çıkmıştı. Düşük bütçeli ve tanıtımı yapılmayan albüm beklenen ilgiyi görmemiş, James birden bire gözlerden düşmüştü.

1988 yılının Eylül ayında grubun Sire Records ile son çalışması olan Strip Mine piyasaya çıktı. Grup Sire ile sorunlar yaşıyordu. İkinci albüm de beklenen ilgiyi görmemişti. James'in bi şekilde Sire'den yakasını kurtarması gerekiyordu ve başardılar da.. Fakat grubu zor günler bekliyordu.

Bu dönemde Manchester Royal Clinic'de kobaylık yapan grup üyeleri çaresizliğin dibindeydi.. Kendilerini konu alan bir belgesel bile çekilmişti. James için daha kötüsü olamazdı.. Yeniden sahnelere ve listelere dönmeliydiler. Rough Trade Records etiketli ve tamamen banka kredileriyle çıkarılan, canlı kayıtlardan oluşan albüm One Man Clapping indie listelerine 1 numaradan girmişti..

1989 yılına gelindiğinde sahnede kapışan Booth-Whelan ikilisinden davulcu olan gruptan ayrılmış yerine David Baynton-Power getirilmişti. Bu dönemde gruba yeni ve yetenekli müzisyenler dahil olmuş Gold Mother albümü piyasaya sürülmüştü.. Albümden çıkan single'lar Come Home ve Sit Down indie listelerini alt üst etmişti. Bu başarıdan sonra turnelere büyük ilgi gösterilmiş ve grup Fofana Records ile anlaşma imzalayarak Gold Mother albümünü 1990 yılında tekrar piyasaya sürmüştü.. Bu versiyonda yer alan Lose Control ve Sit Down şarkılarıyla İngiltere listelerinin tepesine yerleşmiş, albüm tahmin edilenin 10 katı kadar fazla satış rakamına ulaşmış, Sit Down single'ı Ada'nın en çok satılanı olmuş ve grup bi an da tekrar kamuoyunun dikkatini çekmişti.. Kötü günler geride kalmış, en önemlisi James dönmüştü.

 1992 senesine gelindiğinde James en iyi işlerinden biri olan Seven'ı piyasaya sürdü. Albüm özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde tutuldu ve grup oldukça geniş bir hayran kitlesi edindi. İngiltere'de de oldukça ses getiren albümden Sound listelere üst sıralardan giriş yaptı. Tam bu dönemde grup Neil Young'un ön grubu olarak ilk Amerika turnesine çıktı.. Turneden dönüldüğünde albüm hazırdı ve prodüktör koltuğunda yetenekli müzik adamı Brian Eno vardı...

Kendini keşfetme yolculuğuna Eno ile çıkan grup 2 albümle muhteşem döndü. Laid'i piyasaya süren grup o güne kadar ki en başarılı çalışmasına imza atmıştı. Albüm Ada'da tam 600.000 kopya satmıştı. Laid parçası artık Ada'nın yeni hit'iydi. Akabinde çıkan deneysel Wah Wah'ın ise varlığıyla yokluğu bir olmuştu. James hiç ummadığı bi başarı yakalamış, malum Manchester sounduna yön verenlerden biri olmuştu.

Saadet pek fazla sürmemiş grubun 2 önemli ismi Larry Gott ve Martine McDonagh gruptan ayrılmıştı. Booth ise solo projesi için gruptan iznini istemiş ve Angelo Badalementi ile Booth and the Bad Angel albümünü kaydetmişti. Pek ilgi görmeyen albüm yine de eleştirmenler tarafından olumlu yorumlar almıştı.. Dağıldı dağılacak denilen James 1997 Şubat'ında Whiplash ile harika bir dönüş yaparak, She's a Star ile İngiltere'de tekrar Top10'a girmişti.

Grubun defalarca değişen kadrosuna katılan isim bu kez ritm gitarda Michael Kulas'idi. Mart 1998'de grup Fofana Records imzasıyla Best Of albümünü çıkardı. Albüm satışlarda 1 numaraya kadar yükseldi ve James çıktığı turnelerin hepsinde kapalı gişe olarak performans sergiledi.. Albüm satışları gayet başarılıydı..

Yeni albüm için stüdyoya dönen Tim Booth ve arkadaşları Millionaires'in kayıtlarını bitirip Ekim 1999'da albümü piyasaya çıkardığında beklenenden fazla ilgi gördü. Maddi olarak çok fazla getirisi olan albüm, hayranlar tarafından ise beğeni görmedi. Bunun üzerine grup tekrar Brian Eno'nun kapısını çalacaktı..

2001 senesinde Plased To Meet You albümünü yayınladı. Albümün kapağında grup üyelerinin yüzleri birleştirilerek kompozit bir resim oluşturuldu. Ama bu ilginç kapak tasarımı bile albümü kurtaramadı. Fofana ile o güne kadar ki en düşük satış rakamlarına ulaşılmıştı. James başladığı yerde, Manchester'da bitirmeye karar verecekti. Tim Booth gruptan ayrılmak istediğini açıklamıştı bile.. İngiltere'de bir veda turnesi düzenleyen grup kapanışı memleketlerinde inanılmaz bir konserle Manchester Evening News Arena'da yaptı. Bu konser DVD olarak daha sonra satışa sunuldu. (Getting Away With It...) Bir efsane daha sahnelerden çekilmişti.

Bi çok kişi Tim Booth'un elektronik müzik ve sinema merakının bu ayrılığa neden olduğunu söylüyordu. Söylendiği gibi bi kaç sinema filminde ufak rollerde yer almış ve 2005 senesinde Bone adlı bir albüm de çıkarmıştı. Ancak başarılı olamamıştı.

Neyse ki ayrılık çok uzun sürmeyecekti..
2007 yılına gelindiğinde James üyeleri görüşmelere başlamış, bu gelişmeler basında da yer almıştı. Nihayet tüm üyeler ikna edilmişti. Müjdeli haber 2007'de gelmiş ve James birleşmişti. 5 konserlik turne açıklandığı an biletler sold-out olmuştu. Senenin bombası olan bu birleşme sonrasında tüm büyük festivallerden davet alan grup hem kendi programını hem festival programlarını genişletmek zorunda bırakmıştı.

Beklenen albüm Hey Ma 2008'de raflardaki yerini almış ve İngiltere listelerinde yine yeni yeniden ilk 10'a girmeyi başarmıştı. Tim Booth ele güne "I'm alive!" diyordu.. Bu dönemde grup yoğun konser programına devam etti.

2010 yılına gelindiğinde 2 set halinde The Night Before ve The Morning After albümleri yayınlandı. 2011'de grup faal olduğunu fakat Tim Booth'un solo projelerde yer alacağını açıkladı.. Bu dönemde İstanbul sevgisi de bilinen Tim Booth ve arkadaşları sırasıyla 2007 ve 2011'de İstanbul'da konserler verdi.

Tüm başarısına rağmen James hiç bir zaman kalıcı olamadı. Asla hak ettiği ilgiyi görmedi. İlk zamanlarında grup The Smiths'in veliahtı olarak gösteriliyordu. Morrissey onları açık şekilde desteklemiş hatta en sevdiği grubun James olduğunu da bir röportajında sözlerine eklemişti.. Bu onlar için bi avantaj gibi görünürken aslında tamda ters etki yapmıştı.. Ayrıca İngilizlerin kalitesiz magazin medyasına prim vermeyerek, basınla arasına duvar örebilen nadir gruplardan olması da ilgi görmemelerinde ki başlıca sebeplerden biriydi. NME örneği bunun en büyük kanıtıydı. Açıkçası grup gençler tarafından da tercih edilmiyordu.

Sona gelirken;
Radiohead, Coldplay, Nirvana, Happy Mondays ve The Stone Roses gibi grupları konserlerinde ön grubu olarak sahneye çıkaran James, tuhaf ki hiç bir zaman yeteri kadar önemsenmedi İngiltere'de. Aslında biraz karizmaları birazda sansasyonları eksikti. Mutlu eden müziğiyle, Tim Booth'un inanılmaz vokaliyle hatta konserlerdeki o "bizden biri" tavırlarıyla James, sadık hayran kitlesiyle birlikte her zaman farklı olmayı başaran, dönemin arka mahalle efsanelerindendi. Geriye bıraktıkları Sometimes, Say Something, Getting Away With It, Laid, Sit Down, Come Home, Lose Control, Born Of Frustration, Out to Get You, Senorita, Waltzing Along gibi efsane eserlerle bizleri kutsadıkları için kendilerine ne kadar minnet etsek az.

İyi ki müzik yaptınız kötü giyimli adamlar..
pleased to meet you.

                               James - Getting Away With It... (All Messed Up)

22 Ocak 2012 Pazar

90'lar

Malumunuz bu geceyi 90'lar gecesi ilan ettik. Kim etti niye etti bi bilgimiz yok. Kıllanmıyor da değiliz. Hafızamız ve bilgimiz yettiğince 90'lara değinicez umarım.

90'lar deyince benim aklıma o enterasan giyim tarzı geliyo öncelikle. Göğüs hizasındaki dar paçalı, şekilsiz ve genellikle açık renk kot pantolonlar, salaş ve garip desenli kazaklar, doğada bulunmayan renklerin olması şart koşulmuş, yine bol kesim gömlekler.. Moda o şekildeydi n'apalım bi bahane değildir. 90'ların iğrenç giyim zevkini bu şekilde ört bas edemezsiniz.

Misafirlik ilişkileri diye bi şey vardı bi kere. "Annemler size misafirliğe gelecek.." cümlesinin çıkış dönemleri.. Koşullanmış gibi her akşam birileri ötekinin evinde olur çaylar demlenir televizyon izlenir, başta diziler olmak üzere, spor ve siyaset üzerine hararetli konuşmalar yapılırdı. Pazar günleri anlamını yitirmemişti. En az 3 aile pinkiğe gidecek kuralı 70'lerden yadigardı. Cümbür cemaat toplanılır, top, hamak, karpuz, rakı, mangal kapılıp yola çıkılırdı.

Barbie bebeklerin, Spice Girls'ün, Çılgın Bediş'in, Bizimkiler'in, futbolcu kartlarının, yakartopun, ip atlamanın, tuzlu çekirdeğin, kontra bisikletin, parlament gece sinemasının, çarkıfelek'in hayatımızda kocaman yere sahip olduğu dönemlerdi 90'lar.

Reha Muhtar'ın henüz fularının olmadığı ve otorite sayılmadığı, İsmail YK'nın Yurtseven Kardeşlerden ayrılmadığı, Rıdvan Dilmen'in gol olur demediği bizzat golü attığı dönemlerden bahsediyoruz. Grup Vitamin ve İzel-Çelik-Ercan travmasının, Amerikan özentiliğinin tavan yaptığı dönemlerdi 90'lar. Hele bir Süheyl-Behzat kardeşler vardı ki yazmaya korkuyorum onları..

Sinema'nın en iyi örneklerinin sunulduğu yıllardı. Özellikle 1994.. Neler çıkmadı ki? The Shawshank Redemption, Pulp Fiction, Forrest Gump, Leon, The Lion King, Ed Wood.. Sayısız başarılar elde eden yapımlardı.. Sadece filmler değil dizilere baktığımız zaman yine 94 yapımı Friends var ki sanırım yeterlidir. Türk tvlerinde ise hatırladığım kadarıyla Full House, The Sopranos gibi gayet iddialı yapımlar vardı. Tabi iddiasız Alf'i de unutmamak gerekir. Kaşları arasında bi koloni yaşardı Alf'in. Öyle yaratıktı.

Gelelim müziğe, şahsi görüşüm 90'ların grunge etkisi altında geçtiğidir. Nirvana doğrudan 90'ları esir aldığı için değil. Aynı zamanda Pearl Jam, Soundgarden, Alice In Chains gibi yetenekli gruplar çıkardığı için de.. Nevermind albümü ve onun efsane kapağı, Ten albümü ve Jeremy'nin haylazlığı günümüzde hâlâ ayıla bayıla dinlenmekte. Genç kızların %70'inin odasını süsleyen Kurt Cobain posterleri ve yine yüzdenin geri kalanının Spice Girls, Ricky Martin'den oluşması pop ve grunge'ın dönemde etkili olduğunun en büyük kanıtlarıydı.

Macaroni dansıyla kaç erkek doğum günlerinde heba edilmedi ki? Dansa davet oynarken kaç hemcinsim küçük düşürülmedi ki? Hak ettik mi? Evet. Çünkü Doğan SLX ile Mustafa Sandal, Müslüm Gürses dinleyen gençler sokaklarda dehşet saçıyordu ve cinsimizin cezalandırılması gerekliydi. Tüm bunların yanı sıra güzel işler de yapabiliyoduk nadiren de olsa. Cemali ve Duymak İstiyorum, Fatih Erdemci ve Ben Ölmeden Önce gibi, Ünlü gibi, Yavuz Çetin gibi sağlam efsanelerimiz de mevcuttu.

Kaçırdığımız, atladığımız, unuttuğumuz bi şey varsa affola.. 90'ları özlüyor, 20 yıl sonra bugünleri tartışmak, konuşmak üzere sağlıcakla kalmanızı temenni ediyoruz..

Tansu Çiller.


                                      Nirvana - Smells Like Teen Spirit


                                              Pulp Fiction (1994)